Başlangıcı olan her şeyin, bir de bitişi vardır.
 
ARI VE ÇİÇEK
Zaman su gibi akarken, sesizce çok şeyi alır götürür.  
  ANA SAYFA
  EĞRİSİ DOĞRUSU
  GÖNDERDİKLERİNİZ
  İZ BIRAKANLAR
  MEZUNLAR
  NASIR TAŞI
  NURDAN DAMLALAR
  SAYAÇ
  SORU-CEVAP
  STAJ
  ŞİİR-MAKALE
  TEKNOLOJİ
  VELİ REHBERLİK
  YÖNETMELİKLER
  DİSİPLİN
  SINIF GEÇME
  SOSYAL ETKİNLİK
  KILIK KIYAFET
  MESLEKİ VE TEKNİK EĞİTİM
  ZİYARETÇİ DEFTERİ
  Arşiv
Copyright By Zafer DEDE Her Haklı Saklıdır. Kaynak gösterilmeden başka yerlerde yayınlanamaz.
VELİ REHBERLİK

Kendine güveni olmayan çocuklar yetiştirmek istiyorsanız;


- Çocuklarınızdan her şeyin en mükemmelini yapmalarını isteyin.
- Yaptıkları her işte mutlakā ama mutlakā bir hata bulun.
- Onları başarılı komşu ya da akraba çocukları ile kıyaslayın.
- Herkesin önünde hatalarını yüzlerine vurarak onları utandırın.
- Çocuğunuzun her yaptığı işi küçümseyin ve aslâ takdîr etmeyin.
- Onun adam olamayacağını ve hiçbir işe yaramadığını sürekli tekrarlayın.

 

17/11/2009
 

Sanal oyun bağımlısı çocuklar: İnternet hayatımızı kararttı

Çocuklar arasında salgın haline gelen internet oyunlarını oynayanlar sadece bağımlı olma tehlikesiyle karşı karşıya değil. İnternet üzerinden oynanan oyunlar için çocuklar okullarını bırakıyor, kavga edip şiddete dahi
İnternet kafelerde oyun oynarken konuştuğumuz çocukların anlattıkları para kazanma hırsını da tetikleyen oyunların ne kadar tehlikeli hale geldiğini de gözler önüne seriyor. 15 yaşındaki Altun S. bağımlı hale geldiği oyunlar sebebiyle lisede okuldan ayrılmak zorunda kalmış. İnternet kafelere giden arkadaşlarına özenerek başladığı oyunlarla gününün büyük bir bölümünü harcadığını belirten Sezer, "Servisi kaçırdım, kravatımı evde unuttum." bahanaleriyle sabah okula gitmediğini, evde oyun oynadığını belirtiyor. Babasının interneti kapattırması üzerine sabah 'Okula gidiyorum" diyerek 4-5 kişilik arkadaş grubuyla kafeye oyun oynamaya gittiğini söyleyen Sezer, "Savaşmaktan büyük zevk duyuyorduk. Oyunun heyecanıyla kavga da ediyoruz. Bilgisayara bakmaktan gözlerim bozuldu. Oyunlardan 500 lira kazandım. Parayı anneme verirdim, bana 'Aferin' diyordu, sonuçta para kazanıyordum.'' şeklinde konuşuyor.

'Kendimi oyunlara kaptırınca,

karne yerine tasdiknamemi verdiler'

İlköğretim öğrencisi Batuhan D., internet oyunlarının uyuşturucu gibi bağımlılık yaptığını bizzat yaşayarak öğrenmiş. Sabah okul yerine internet kafenin yolunu tuttuğunu, gün boyu vaktini oyunlarla geçirdikten sonra akşam 'okuldan geliyormuş' gibi eve gittiğini anlatıyor. Bir gün annesi ''Oğlum karnen nerde?" diye sorduğunda "Ne karnesi?" diye cevap vermiş. O gün karnelerin verildiğini annesinden öğrendiğini anlatan Batuhan D., "Bizim okul karneleri vermedi, yarın verecek dedim. Ertesi gün karne yerine tasdiknamemi verdiler. Oyunlara kendimi o kadar kaptırmışım ki ben 1 hafta okula gitmediğimi sanıyordum; meğerse 75 gün devamsızlığım olmuş.'' diyor. Oyunun bir tür hastalık olduğunu ifade eden Durmaz, "Ailen oyun oynamana ne diyordu?'' sorusuna ise şu cevabı veriyor: "Babamın ayak sesini duyunca bilgisayarın düğmesini kapatır, ders çalışıyormuş gibi yapardım. Babam geldiğinde de "Aferin oğlum ders çalışıyor" derdi. O gittiğinde tekrar bilgisayarın başına otururdum.''

Oyun bağımlılığı yüzünden devamsızlıktan kalan öğrencilerden birisi de lise 1'e giden Gökay A. "Eğer oyunlara kendimi kaptırmasaydım şimdi lise 4'e gidecektim." diyen Gökay A., başlangıçta çocuk oyunları oynadığını daha sonra kafedeki büyüklerden paralı oyunlar oynamasını öğrendiğini ifade ediyor. Yatarken bile "Yarın oyunda ne yapabilirim?" diye düşündüğünü ifade eden Gökay A., oyunda kazanamayınca ağladığını belirtiyor. Oyunlardan şimdiye kadar 6 bin 500 lira kazandığını söyleyen Gökay, ''Bu paranın yarısını bankaya yatırdım. Paraları kıyafetlere eğlenceye harcadım.'' şeklinde konuşuyor. 'Ya oyunu siz bitirirsiniz ya da oyun sizi bitirir' diyen Gökay A. oyunun verdiği heyecan ve kızgınlıkla sırf oyun nedeniyle arkadaşlarının birbirlerini bıçakladığını ifade ediyor.

Okuldan Aileme gelen mesajları sildim

Burak Y. de oyuna sabah erken saaatlerde başladığını, okul çıkışına kadar oyun oynadığını belirtiyor. Okul yetkililerinin okula gitmediğine dair ailesine mesaj attığını aktaran Burak Y., ''Ne yapar eder o mesajı aileme göstermeden silerdim. Ailemi okula çağırdıklarında ise ablamı gönderirdim. Ailemden deli gibi korkuyordum; ancak oyundan da vazgeçemiyordum.'' diyor. Yakın bir arkadaşının sırf oyun nedeniyle kendisini okuldan attırdığını ifade eden Burak Y., "Arkadaşım Hava Harp Okulu'nu kazanmıştı. Orada oyun oynayamadığı için bir yolunu bulup kendini okuldan attırdı.'' şeklinde konuşuyor.

Kafe sahibinin itirafı:

Küçücük çocuklar her türlü oyunu biliyor

İnternet kafe işletmecileri, öğrencilerin okula gitmeyip sabahtan akşama kadar oyun oynadıklarını vurguluyor. İsmini vermek istemeyen bir internet kafe işletmecisi, ayakları yere dahi değmeyen küçücük çocukların her türlü oyunu bildiklerini aktarıyor. Anne-babaların çok sorumsuz olduğunu söyleyen işletmeci, "Çocuklar ders zamanlarında bile okuldan kaçıp oyun oynamaya geliyor." diyor.



15 Haziran 2009
'Sınav sonrası çocuğunuza aşağılayıcı söz söylemeyin'
 
Sempati Psikolojik Danışmanlık ve Hipnoterapi Merkezi doktoru Ramazan Özarslan, anne ve babaların çocuklarına sevgilerini sınav sonuçlarına göre göstermemesi gerektiğini ifade etti.

Psikolog Doktor Ramazan Özarslan, anne ve babaların Öğrenci Seçme Sınavı (ÖSS) sonrası çocuklarına 'senin için milyonları harcadım', 'senin için harcadım emekler boşa gitti' gibi sözlerle evlatlarının olası intiharlarına davetiye çıkarmaması konusunda uyarıda bulundu.

Anne ve babaların çocuklarına karşı sevgilerini sınav sonucuna gösterme yanlışlığı hatasına düşmesine özen göstermesi tavsiye eden Özarslan, çocuklarına sınav sonrası nasıl davranacağını bilmeyen ailelerin psikolog desteği alarak telafisi mümkün olmayan yanlışlıkların önüne geçmiş olacağını ifade etti. Sınav sonrası ailelerin çocuklarını kesinlikle başkalarının çocuklarıyla kıyaslama yanlışlığına düşmesine dikkat çeken Özarslan, sözlü azarlar karşında kendinde güven eksikliği hisseden gençlerin o andaki ruh dünyasına göre 'intihara' kalkışa bileceğini dile getirdi.

Özarslan, "ÖSS sonrası aileler çocuklarını suçlayıcı hiç sözlü girişimde bulunmasın. Özellikle anne ve babaların 'senin okuman için saçımı süpürge ettim', 'yemedik içmedik senin okuman için dişimizden tırnağımızdan arttırdık, sen ise bizi komşulara mahcup ettin' gibi sözlerle çocuklarına çıkışmasın. Bu tür sözler çocukların intiharını tetikler. Bu konunda anne ve babalar uyanık olmalı. Çocuklarına karşı sevgilerini ve bakış açılarını sınav sonuçlarına göre göstermesin. Sınav sonuçları ne olursa olsun ailelerin çocuklarının kendileri için 'özel' olduğunu hissini, sözleri ve davranışlarıyla göstermeli. Çocuğunun üzerine aşağılayıcı sözlerle gitmesin. Çocukta güven eksikliği intihara davetiye çıkarır. "diye konuştu.

Özarslan, gençlerdeki sınav öncesi kaygının sonuçlar açıklanıncaya kadar devam edeceğini ifade etti. Özarslan, Hacattepe Üniversitesi'nin yaptığı araştırmaya göre, sınava girecek bir öğrencinin sınav kaygısının ameliyata girecek hastadan daha yüksek olduğunu söyledi.




 

'Sınav sonrası çocuğunuza aşağılayıcı söz söylemeyin'
 
Sempati Psikolojik Danışmanlık ve Hipnoterapi Merkezi doktoru Ramazan Özarslan, anne ve babaların çocuklarına sevgilerini sınav sonuçlarına göre göstermemesi gerektiğini ifade etti.

Psikolog Doktor Ramazan Özarslan, anne ve babaların Öğrenci Seçme Sınavı (ÖSS) sonrası çocuklarına 'senin için milyonları harcadım', 'senin için harcadım emekler boşa gitti' gibi sözlerle evlatlarının olası intiharlarına davetiye çıkarmaması konusunda uyarıda bulundu.

Anne ve babaların çocuklarına karşı sevgilerini sınav sonucuna gösterme yanlışlığı hatasına düşmesine özen göstermesi tavsiye eden Özarslan, çocuklarına sınav sonrası nasıl davranacağını bilmeyen ailelerin psikolog desteği alarak telafisi mümkün olmayan yanlışlıkların önüne geçmiş olacağını ifade etti. Sınav sonrası ailelerin çocuklarını kesinlikle başkalarının çocuklarıyla kıyaslama yanlışlığına düşmesine dikkat çeken Özarslan, sözlü azarlar karşında kendinde güven eksikliği hisseden gençlerin o andaki ruh dünyasına göre 'intihara' kalkışa bileceğini dile getirdi.

Özarslan, "ÖSS sonrası aileler çocuklarını suçlayıcı hiç sözlü girişimde bulunmasın. Özellikle anne ve babaların 'senin okuman için saçımı süpürge ettim', 'yemedik içmedik senin okuman için dişimizden tırnağımızdan arttırdık, sen ise bizi komşulara mahcup ettin' gibi sözlerle çocuklarına çıkışmasın. Bu tür sözler çocukların intiharını tetikler. Bu konunda anne ve babalar uyanık olmalı. Çocuklarına karşı sevgilerini ve bakış açılarını sınav sonuçlarına göre göstermesin. Sınav sonuçları ne olursa olsun ailelerin çocuklarının kendileri için 'özel' olduğunu hissini, sözleri ve davranışlarıyla göstermeli. Çocuğunun üzerine aşağılayıcı sözlerle gitmesin. Çocukta güven eksikliği intihara davetiye çıkarır. "diye konuştu.

Özarslan, gençlerdeki sınav öncesi kaygının sonuçlar açıklanıncaya kadar devam edeceğini ifade etti. Özarslan, Hacattepe Üniversitesi'nin yaptığı araştırmaya göre, sınava girecek bir öğrencinin sınav kaygısının ameliyata girecek hastadan daha yüksek olduğunu söyledi.


EN SIK YAPILAN ANA-BABA HATALARI
 
İyi bir anne baba olmak camdan bir kaleyi fethetmeye benzer. Gördüğünüzün doğruluğundan ne kadar emin olursanız olun, kimi zaman edindiğiniz yanlış davranış kalıpları giderek sizi çocuğunuzun dünyasının dışında bırakır.
Çocukların kırılgan dünyasında bir tüy hafifliğinde hareket etmek anne-baba olmayı dünyanın en zor işi haline getirir. Her olayın neredeyse bir kayıt cihazı kusursuzluğunda hafızaya kazındığı çocukluk döneminde, çocuğun ileride hep sevgi, saygı ve minnetle anacağı anne-babalar olmak için yanıp tutuşulsa da anne-babaların da hata yapabilen, sıradan insanlar oldukları bir gerçek. Bu nedenle belki kusursuzluğu değil ama doğruyu eğriden ayırabilen bilinçli anne-babalar olmaya çalışmak en doğrusu. Bu ay uzmanlarımızdan önemsiz gibi görünen cümlelerin çocuk dünyasında ne gibi bozulmalara yol açtığını anlayabilmek için anne-babaların çocuklarını yetiştirirken sıkça yaptığı hataları yorumlamalarını istedik.

AYRIMCILIK
“Sen büyüksün, kardeşin ise küçük. Salıncağa önce o binsin.”

Sorunları aralarında çözmeye teşvik edilmeli
Anne babanın çocuklardan birinin tarafını tutmasına rastlanabilir. Bu durum, iki kardeş arasındaki kıskançlığı körüklemekten öteye gitmeyecektir. Büyük çocuk, kardeşinin daha çok sevildiğine kanaat getirebilir ve sonucunda duygusal yaralanmalar ortaya çıkabilir. Bu tarz sorunları aralarında çözmelerine teşvik etmek yararlı olacaktır. Böyle bir tutum, problem çözme becerilerini de geliştireceğinden sosyal yaşamda karşılaştıkları problemlerle daha ustaca başa çıkabileceklerdir. Tabii ki ilk başlarda çözüm önerilerinde bulunabilirsiniz. Örneğin, “Salıncağa sırayla binmeyi deneyebilirsiniz,” gibi.
Uzm. Klinik Psikolog Açelya Şahin Fırat
DBE Davranış Bilimleri Enstitüsü

Eleştiri ve beğeniler yerinde ifade edilmeli
Aileler her çocuğunu eşit ve mutlak sevdiğini söylese de bazen cinsiyete, yaşa, nazlı ve hasta olmalarına göre istemeden ayrımcılık yapabilir. İhmal edilen çocuk çok sık “Beni değil onu seviyor, ben kötüyüm, ben yetersizim, ailem bile beni önemsemezse hiç kimse sevmez ve önemsemez,” gibi düşünceler içindeyse, arada bir “Beni ne kadar seviyorsun?” diye soruyorsa, kayırdığınız çocuğa yerli yersiz şiddet uyguluyorsa ailenin durup çocuğu suçlamadan önce kendi davranışlarına bir göz atması gerekir. Bu durum çocuğun kişiliğini temelden etkiler. Toplumda ezik, yetersiz, mutsuz olabileceği gibi, hırslı, sürekli hakkını yerli-yersiz arayan, sürekli rekabet eden doyumsuz biri de olabilir.
Sorumluluk ve anlayış beklemek yanında çocuğa büyük olmanın avantajları ve imtiyazları sağlanırsa büyümek o kadar mutsuzluk vermez. “Sen daha büyük olduğun için bu filme beraber gidebiliriz, kardeşin bunun için çok küçük ve henüz anlayamaz” ya da “Büyük olduğun için harçlığın daha fazla olmalı, sen kardeşine göre idare etmeyi çok daha iyi biliyorsun, o yüzden bizimle daha çok şey paylaşabilirsin” gibi olumlu beğenilerin ifadesi, kardeşini kendisinin uzantısı görüp sahiplenmesini kolaylaştıracaktır.
Uzm.Dr. Leyla Benkurt Alkaş
Çocuk ve Ergen Psikiyatristi
Memorial Hastanesi

Sorumluluk eşit paylaşılmalı
Kardeşlerin birbirine karşı kıskançlık geliştirmesine; ev içerisinde farkında olmadan sorumluluğun büyüğe yüklenmesine ve küçük olan kardeşin sınırları oluşturacak kuralları öğrenmesinde zorluk yaşamasına sebep olabilmektedir. Her iki kardeşe yüklenen sorumlulukların eşit şekilde paylaştırılmasına dikkat edilmelidir.
Psikolojik Danışman Sibel Günönü Demir

RAHATLIK
“Ama yemekten önce çikolata yenmez! Tamam tamam ağlama, al işte çikolatan.”

“Hayır” hayır olarak kalmalı
Aileler zaman zaman istenmeyen davranışı farkında olmadan ödüllendirebilir. Aynı bu örnekte olduğu gibi, çocuk istediği herhangi bir şeyi olumsuz bir davranış (ağlamak gibi) sergileyerek elde ettiğinde bu durumu diğer isteklerine genelleyebilir. Sonuç olarak, olumsuz davranış bir problem çözme becerisi haline gelmiş ve pekiştirilmiş olur. Her geçen gün yeni deneyimlerle güçlenen olumsuz davranışın ortadan kalkması zorlaşır. Anne babalar çocuklarına net ve sınırları çizilmiş kurallar koyar ve verdikleri kararların arkasında dururlarsa çocuğun davranışlarını yönetebilirler. Eğer anne baba çocuğun herhangi bir isteğine karşı “Hayır!” dediyse o hayır olarak kalmalıdır.
Uzm. Klinik Psikolog Açelya Şahin Fırat

Net tutum her zaman korunmalıdır
Telefonla konuşurken, misafir geldiğinde, yorgunken sabrımız azalır. İşte o dönemlerdeki tavizleri çocuk çok çabuk öğrenir. Bu davranış çocuğumuzla yaptığımız sadece o anı kurtaran bir uzlaşmadır. Bunun anlamı “Ben bazı durumlarda senin her istediğini yapmaya hazırım. Hayır desem de sen yeterince güçlü bir şekilde tutturursan, ağlarsan ben senin istediğini yaparım” demektir ve çocuklar bunu hemen duyar, gereği gibi davranır. İleride ağlayan, hastalanan, kendine zarar vermekle sizi tehtid eden bir sürece girebilir. Okulda ve iş hayatında bu yöntem bazen işe yarasa da giderek işe yaramaz. O zaman kaliteli bir şekilde istek ve beklentilerini ifade edemeyen, çocuksu davranışlar içinde mutsuz, kendine güvensiz, problem çözemeyen biri olabilir. Kendisini her seven kişiden sürekli beklenti içinde olur. Bunun yerine “Çikolata senin ve yemekten sonra yiyeceksin, şimdi onu kaldırıyorum. Seni güçlendirecek en sevdiğin köfteleri taşıyacak kadar güçlendin mi, haydi hangi renk tabağını kullanacaksın,” demek daha doğrudur. Bunu yaparken pazarlık payı bırakmayacak kadar net, tutarlı olun. Ağlaması ve üzülmesinin devam edip etmeyeceğine hiç odaklanmayın.
Uzm.Dr. Leyla Benkurt Alkaş

Ağlamayı genelleyeceklerdir
Çocukların ilk model aldığı kişiler anne ve babadır. Öğrenme davranışı anne ve babanın tutumuyla gerçekleşir. Biz yetişkinler kadar, sosyal çevreyle etkileşimlerini değerlendirecek mantıksal süreçleri gelişmediği için davranışlarının sonucunda sadece ve sadece kazanmayı isterler. Süreçten çok sonuca odaklıdırlar. Ağlama davranışıyla, kazandıklarını öğrendikleri andan itibaren bunu her konuya genellemeye başlayacaklardır. Bu durum aile tarafından uygulamaya konulacak diğer kurallara uymayı zorlaştıracaktır. Bu nedenle anne veya babanın koyduğu kuralla ilgili tutarlı olması önem kazanmaktadır.
Psikolojik Danışman Sibel Günönü Demir

KURALCILIK
“Sevsen de sevmesen de o yemeği yiyeceksin.”

Tutarlı ve kararlı olmak
Bir çocuk sevmediği bir yemek ile karşılaştığında yememeyi tercih edebilir. Ancak o yemeği yemediği için başka yemek pişirilmesi, kaşıkla peşinden koşturulması veya öğün aralarında ufak tefek atıştırmalar yapmasına izin verilmesi bir sonraki öğünde yine problem yaşamanız ile sonuçlanır. Oysa yemek yemek fizyolojik bir ihtiyaçtır. Öğünler arası takviye yapılmadığı durumlarda çocukların yeme alışkanlığı bir süre sonra düzene girecektir. Bunun dışında sadece bazı yiyecekleri yememeyi tercih etme hakları olabilir, buna saygı duymak gerekir. Çünkü belli bir yaştan sonra damak tadı oluşmaya başlar ve bazı yemekleri yemeyebilirler. Ancak, burada anlatılmak istenen hiçbir sebzeyi yememek değildir. Örnekteki gibi aşırı otoriter tutum, sosyal ilişkilerde boyun eğen rolünü fazlası ile üstlenme ve kendi isteklerini ortaya koyamama ile sonuçlanabilir. Aşırıya kaçmadan hem sınır koyan hem de destekleyen bir disiplin uygulamada iki önemli kavram “tutarlılık” ve “kararlılıktır”.
Uzm. Klinik Psikolog Açelya Şahin Fırat

Dengeyi sağlamak
Her çocuğun kural ve sınırlara ihtiyacı vardır. Bu kurallar herkes için ve her zaman geçerli olursa adaletli ve katlanılabilir olacaktır. Ebeveynler öncelikle yaptıkları şeyden emin olmalıdır. Başkaldırıyı en az seviyeye indirme ve özsaygıyı koruma amacını güden bir tarzda ifade edilmelidir. “Keşke köfte-makarna her gün olsa, bu sebze yemeğini yemiyeceğim” diyen bir çocuğa gülümseyerek “Sağlıklı büyümek ve bir yetişkin olmak için sebze yemeye ihtiyacın var, ama büyüdüğünde istediğin yemeği pişireceğinden eminim” deyip, seçeneksiz yemeği önüne koyar, tüm aile ayni yemeği afiyetle yemeyi sürdürürüz. Gerçekte tatmin edemiyeceğimiz şeyi, en azından hayali olarak verebiliriz. Duyguyu ve isteği anlar ama doğru davranışta tutarlı devam ederiz. Bu daha az inciticidir.
Uzm. Dr. Leyla Benkurt Alkaş

Çocuğu gözlemlemek
Bu tip yaptırımlar, çocuğun kendisini çaresiz ve köşeye sıkıştırılmış hissetmesine neden olacağı için kızgınlık ve öfke yaratır. Anne veya bakım veren kişilere karşı tepkiselliğini inatlaşma, hırçınlık, vb. yollarla ifade etmeye çalışır. Kendisinin üstünlük kurabileceğine inandığı en ufak bir açığı çok iyi değerlendirerek güç mücadelesine girer. Bu, çocuk üzerindeki etkinizin azalmasına ve baş etmekte zorlanacağınız durumlarla sık sık karşılaşmanıza neden olur. Her aile birbirinden farklı kültürleri içinde barındırdığı için disiplinin sınırları da çocuktan çocuğa farklılık gösterebilmektedir. Burada en önemli nokta çocuğu iyi gözlemlemek ve onun kabul sınırları içerisinde disiplinin ne olduğunu çocuğa kavratabilmektir.
Psikolojik Danışman Sibel Günönü Demir

ÇIKARCILIK

“Eğer oyuncaklarını toplarsan sana televizyon seyrettiririm”

Davranış ödüle odaklanmalı
Çocukların bazı davranışları yapması için sürekli ödüller koymak bir süre sonra “rüşvete” dönüşmektedir. Böyle durumlarda çocuğunuzdan şu sözleri duymaya başlayabilirsiniz: “Oyuncağı almazsan ben de yemeğimi yemem!” Çocuk pazarlık yapmayı öğrenmiştir ve kendi yararı için kullanmaya başlamıştır. Bazı davranışların sonrasına ödül koymak motive edici olabilir. Fakat her davranışın bir ödüle odaklanması sıkıntı yaratır. Durum çocuğu şu şekilde anlatılabilir: “Bu senin zaten yapman gereken bir davranış, benim bunun için sana bir ödül vermem gerekmiyor.” Ancak çocuklara hoşlanmadıkları bir şeyi yaptırırken “büyükanne kuralı”nı uygulayabilirsiniz. “Eğer” kelimesini kullanmadan şöyle diyebilirsiniz: “ Önce odanı topla, ondan sonra televizyon izle.”
Uzm. Klinik Psikolog Açelya Şahin Fırat

Ahlaki sakıncaları vardır
“Eğer şunu yaparsan/yapmazsan, o zaman şu ödülü alacaksın” davranışı bazen çocuğu dolaysız bir amaca teşvik edebilir. Fakat bu çocuğun sürekli çaba göstermesine, tersine engel olur. Rüşvet vermeye alıştıran ödüllerin ahlaki sakıncaları da vardır. Pazarlık etmeye, şantaja “iyi davranmaya” karşılık gittikçe artan ödül taleplerine ve primlere neden olabilir. Ödül onaylama ve takdiri temsil ettiğinde daha faydalı ve eğlencelidir. Küçük çocuklar olumlu pekiştireç olarak somut ödüllere ihtiyaç duysa da giderek soyut beğeni sözleri, olumlu ifadelerle yüreklendirilmelidir.
Uzm.Dr. Leyla Benkurt Alkaş

Rol model olunmalı
Ebeveyn olarak çocuğa yeni ve istendik davranış kazandırma konusunda ödülü kullanmak zaman zaman gerekli olabilmektedir. Burada önemli olan çocuğun ödülü rüşvet olarak algılamasına engel olmaktır. İç de dış ödüller bir davranışın ortaya çıkarılması ve devam ettirilmesi sürecinde, her bir bireyde farklı oranlarda kullanılmalıdır. Çocuğun yeni bir davranışı kazanması için gerekli olan dış ödüller de, bir çocuk için oyuncakken diğer bir çocuk için çikolata, çizgi film, vb. olabilmektedir. Ödül ilk kez öğrenilen davranışın tekrar edilmesine olanak tanır. Tekrarlarla beraber bir süre sonra o davranış çocuğun sürecinde rutinleşmeye başlar. Bu noktada devreye iç ödüller girer. İç ödülden kasıtta çocuğun öğrendiği davranışı yapmaktan keyif almaya başlaması olarak açıklanabilir. Ödül, kurallar ve sınırlar oluşturulurken çok tercih edilmemeli onun yerine bu kuralların neden konduğu yaş dönemine uygun şekilde anlatılarak çocuğa rol model olunmalıdır.
Psikolojik Danışman Sibel Günönü Demir

KARŞILAŞTIRMA
“Bak Cenk'e derslerinde ne kadar başarılı, senin gibi tembel değil!”

Birey değil davranış örneklendirilmeli
Çocuklar arasında karşılaştırma yapmak, çocuğun örnek gösterilen diğer çocuğa karşı olumsuz şekilde koşullanması ile sonuçlanır. Örnek gösterilen çocuk çok yakın bir arkadaş, akraba veya kardeş olduğunda çocuğunuzla ilişkisi olumsuz yönde etkilenir. Kendine rakip olarak görmeye, açığını yakalamaya ve hatta onu olmayan şeylerle suçlamaya başlayabilir. Eğer çocuğunuza herhangi bir örnek göstermek istiyorsanız, birey üzerinden değil davranış üzerinden gitmek doğru olacaktır. “Cenk iyi bir çocuk” demek yerine, “Cenk'in bu davranışı çok hoşuma gitti” diyebilirsiniz.
Uzm. Klinik Psikolog Açelya Şahin Fırat

Gerçekçi bir dozda olmalı
Eleştiri, öfke ve başkaldırı yaratır. Hatta daha kötüsü sürekli eleştirilen çocuklar, kendilerini ve başkalarını eleştirmeyi öğrenir. Kendi değerlerinden kuşkulanmayı, başkalarının değerini küçültmeyi öğrenirler. Çocuklar öfke, utanma, yetersizlik gibi güçlü duygular içindeyken öğüt, teselli ya da yapıcı eleştiri kabul etmez. İçlerinden geçenleri, o anda ne hissettiklerini anlamanızı isterler. Diğer önemli kural övgünün çocuğun karakteri veya kişiliğiyle değil çabaları ve başarılarıyla ilgili gerçekçi bir dozda olmasıdır. Kıyaslamalar ve ayrımcılık, kardeşler arası kıskançlığa neden olur. İlk cinayet Kabil'in kardeşi Habil'i öldürmesi tirajik ve eski bir öykü olsa da günümüzde kardeşler arası küsmeler, kavgalar, miras çatışmaları hiç de az değildir. Ama problemleri tanımlarken ve çözerken başkalarının kullandığı teknikleri incelemek, öğrenmek konusunda kendi kendimize samimi olursak çocuğumuzda sorun çözerken kendisinden daha becerikli olan arkadaş veya kardeşlerinin yöntemini kullanmakta daha istekli olacaktır.
Uzm. Dr. Leyla Benkurt Alkaş

Sevgi başarıyla orantılanmamalı
Çocuğun kendini yetersiz ve değersiz hissetmesine, ebeveyni tarafından sevilmediğini düşünmesine, buna sebep olduğu için karşılaştırıldığı kişiye ve ebeveynine karşı kızgınlık yaşamasına, kendine olan güveninin azalmasına sebep olur. Başarı konusu, çocuğun yeni çözümler üretme konusundaki cesaretinin en kolay kırıldığı ve tamirinin çok zor olduğu hassas bir noktadır. Başarısızlığın başarıya çevrilebilmesi için kırılma noktası çocuğun kendini yeterli hissedebilmesidir. Bunun gerçekleşebilmesi için çocuğu kendi sınırları içerisinde değerlendirmek, başkalarıyla kıyaslamamak, olumlu yönlerini ön plana çıkartarak onu cesaretlendirmek, küçük başarılarını desteklemek gerekir.
Psikolojik Danışman Sibel Günönü Demir

habertürk


Çocuğa nezaket eğitimi nasıl verilmeli?
 
Çocuğa nezaket kuralları ve saygı eğitimi nasıl verilmeli? İşte yapılması gerekenler: 
Çocuğa zorlamadan kazandırılan nezaket kuralları, toplum tarafından onay görür. Onay gören çocuğun aidiyet duygusu artar, özgüven duygusu gelişir.
Toplum hayatında insan ilişkileri önemli bir yer tutar. Nezaketi, inceliği, tabiatının bir gereği haline getiren; önce kendisine sonra da karşısındakine saygılı olmasını bilen insanların, ihtiyaçlarını daha kolay temin edecekleri ve daha çok mutlu olacakları açıktır.
Kimi zaman bir teşekkür, kimi zaman bir çiçek, hallolması zor birçok meselenin üstesinden gelebilir.
Geleceğe uzanan çizgide çocuklarımızın edepli, nazik hanımefendiler ve beyefendiler olması için aile içi ilişkilerde eşler arası uyum, nezaket ve çocuğa yaklaşım tarzı büyük önem arz etmektedir. Nezaket kurallarının birçok tezahürü var. Onları burada sayacak değiliz. Ancak aile içi ilişkilerde incelik ve samimiyetin topluma yayılacağı mukadderdir. Özellikle okulöncesi dönemde ailelerin çocukların bilinçaltı müktesebatına kazandırması gereken birtakım nezaket kuralları vardır.
Çocuğa nezaket kuralları ve saygı eğitimi nasıl verilmeli? İşte yapılması gerekenler:
1- Yetişkinler iyi bir model olmalı
Edebin ilk muallimleri anne-baba olduğu için ebeveynler öncelikle birbirine karşı edepli ve nazik olmalılar. Bu nedenle çocuğunuz, eşinize karşı saygılı olduğunuzu görsün ve bunu hissetsin. Hayatın akışı içerisinde zaman zaman eşler arasında tartışmalar çıkabilir. Burada eşler birbirini çocuğa şikâyet ederek, çocuğu hakem tayin etmemelidir. Dikkat edilmesi gereken bir diğer nokta da çocuk tartışmaya şahit olmuşsa aynı konunun çözümlendiğine de şahit olması gerekir. Sözgelimi tartışma çocuğun önünde olup çözüm yatak odasında olmamalıdır.
2- Nezaket, saygı aile içinde de olmalı
Ebeveyni tarafından kibar davranılan çocukların görgü kurallarını öğrenmeleri daha kolay olur. Kimi yetişkinler sosyal kabul için aile ortamının dışında nazik ve kibar olurken maalesef aile içerisinde aynı nezaket ve inceliği göstermiyorlar. Dışarıdaki insanlara "teşekkür ederim", "lütfen" gibi ifadeleri nasıl kullanıyorsanız aynı ifadeleri çocuğunuza hitap ederken de dilinizden düşürmemelisiniz. Ayrıca çocuklar zaman zaman çevresindekilerce, "hadi şu amcaya bir küfret" gibi ifadelerle argoya zorlanabilmektedir. Ebeveynler, bu tür ortamların oluşmasına izin vermemeli ve aile içerisinde "lan, hişt..." gibi kelimelere perhiz getirmelidirler.
3- Erken yaşlardan başlayarak eğitim
Bebeklik döneminden başlayarak yumuşak dokunuşlar ve nazik kelimelerle çocuk öğrenmeye başlar. Örnek olarak çocuğunuz canınızı acıtacak şekilde elleriyle saçınızı çektiğinde ona bağırmayın. Bunun yerine, çocuğun yumruğunu yavaşça gevşeterek ve sakin bir şekilde "bunu yapmak yok", "nazik ol" gibi ifadelerle çocuk eğitilebilir. Çocuğun bu tür davranışlarına sesinizi yükselterek tepki verdiğiniz zaman çocuk ürker ve korkar. Bundan sonraki davranışlarında ürkek, korkak ve stresli durumlar gözlenebilir. Çocuğa aile içerisinde yaşına göre provalarla zorlamadan aşağıda sıralanan konular işlenmelidir.
Tanışma nasıl olur? Çocuğunuzun kendi cümleleriyle kendini tanıtmasını sağlayabilirsiniz. (2 yaşından sonra)
Nasıl selam verilir ve teşekkür edilir? (Çocuğun konuşmaya başlamasıyla birlikte öğretilebilir.) Bu yaşta çocuk selamın anlamını çok bilmese de bu davranışıyla toplumda sosyal kabul görür. Bu da çocuğun hem özgüven gelişimini destekler hem de bu davranışlar çocuğun tabiatının bir yanı haline gelir.
Neden ve nasıl özür dilenir?
(3 yaşından itibaren işlenebilir.)
Sofra adabı nasıl olmalıdır?
(3 yaşından itibaren işlenebilir.)
Misafir karşılama ve uğurlama nasıl olmalıdır? (4 yaşından itibaren işlenebilir.)
Kapı çalma şekli nasıl olmalıdır?
(3 yaşından itibaren işlenebilir.)
4- Baskı yapmayın, çocuğunuzu bir başkasıyla karşılaştırmayın
Çocuğunuzu topluluk önünde kibar davranma konusunda utandırmayın. Bu tür davranışlar çocuğunuzun kendisine ve size karşı saygısını zedeler. Kızgınlık ve öfke duygusundan başka bir işe de yaramaz. Görgü kuralları baş başa sakin bir ortamda öğretilmelidir. İlla ki bir şeyler söylenecekse çocuğu nazikçe bir kenara alarak, utandırmadan ifade edilmelidir.
5- Sınırlarınızı kontrol edebilir
Çocuğunuzun özellikle 4-6 yaşları arasında muziplikleri artar ve inat davranışlarıyla sizi kışkırtır. Bu durum çocuğun gelişiminde bir süreçtir. Çocuk bu tür davranışlarıyla sizin disiplin sınırlarınızı kontrol ederek kişiliğini oluşturmakta, sınırları ve yasakları öğrenmektedir. Çocuğun bu sınırları ve yasakları öğrenmesi sizin tavırlarınıza bağlıdır. Çocuğun muzipliklerini ve kışkırtmalarını gülerek karşılarsanız ve bu tür davranışlarını zekâsına bağlarsanız, çocuk kendi karakter sınırlarını gamsız, saygısız, aşırı rahat tavırlarla belirler. Çocuğun bu davranışlarını tam tersi, katı disiplin ve şiddetle karşılarsanız bu defa da katı itaat kültürüyle yetişmiş, kendine güvenmeyen ve hakkını aramaktan çekinen, saygı ve itaatte sosyal sınırların ne olduğunu ayırt edemeyen kişilikler olmaktadırlar. Uygun olan yaklaşım, anne-baba ortak tavırla, kıvamında bir otorite ile çocuğa, yanlış olan ve yapmaması gereken davranışlarla doğru olan ve yapması gereken davranışları fark ettirmektir.
6- İyi davranışlarını takdir edin
Çocuğa beklentilerinizi ifade ederken neleri yapmamalarını değil, neleri yapmalarını istediğinizi söyleyin ve iyi davranışlarını takdir edin. Örnek olarak; "Ellerinle yemek yeme yerine, lütfen çatalı kullanır mısın? Çatalını ne kadar kibar tutuyorsun. Yemeğini kendi önünden yemen ne kadar güzel" gibi ifadeler çocuğunuzu nazik davranışlar için yüreklendirir.
Okuldan gelen çocukları evde yalnız bırakmayın

 
Okuldan gelince annesi tarafından kapıda karşılanan, hemen karnını doyurup dersinin başına oturtulan çocuklar geride kaldı. Günümüzde bir çok anne tam mesai ile çalıştığı için okuldan önce veya sonraki birkaç saatini evde yalnız geçiren çocuklar da hayat şartlarını daha erken öğreniyor.

                  Aslında, çocuklarını evde yalnız bırakmak zorunda olmak ailelerin en büyük sıkıntılarından biri. Okul öncesi dönemde yuva veya bakıcılara çocuklar mecburen tam gün emanet ediliyor. Ancak, ilkokuldan itibaren anne babanın çalışma saati ile kimi sabahçı, kimi öğlenci olan çocukların okulda bulunma süresi birbirine uyum sağlamıyor. Ailesinden önce eve gelip, ebeveynleri gelene kadar yalnız kalan çocuklar çeşitli kaza riskleri ve ruhsal sorunlarla karşılaşabiliyor. Fatih Üniversitesi Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık Merkezi (FÜREDAM) Koordinatörü uzman psikolog Hasan Ali Göncü ile çocukların evde yalnız kalabileceği yaşları ve çözüm önerilerini konuştuk.

                   Bebeklik ve okul öncesi dönemde çocukların birkaç dakikalığına bile yalnız bırakılmaması gerektiğini belirten Hasan Ali Göncü, okul öncesi dönemin çocukların ev kazalarına en çok maruz kaldıkları yaşlar olduğunu söylüyor. Okul döneminden itibaren ise, çocuk kendisine zarar verebilecek nesneleri ayırabiliyor. Bu tür nesneleri amacına uygun ve dikkatli bir şekilde kullanmaya başlar. Kapı çalındığında dışarıdakinin yabancı birisi olabileceği ve tanımadığı kişilere kapıyı açmaması gerektiğini kavrayabilir.

                    Buna rağmen 10 yaşına kadar yine evde yalnız bırakmanın yanlış olduğunu ifade eden Göncü, ailelere şu tavsiyelerde bulunuyor: "Çalışan anne ve babalar, bu dönemde çocuklarını işten gelecekleri saate kadar yakın güvenilir komşularına, akrabalarına emanet edebilir. Ancak burada güvenilirlik ve uzun süreli tanıma çok önemlidir, çünkü çocukların en çok cinsel tacize uğradıkları dönem 10 yaşına kadardır. Ayrıca, çocuktan önce eve gidip ebeveyni gelene kadar yarım gün çalışabilecek bir bakıcı hanım tutulabilir. Çocuğun derslerine de yardımcı olabileceği, ağabeylik -ablalık yapabileceği düşünülerek 3-4 saatliğine bir üniversite öğrencisi ile de anlaşılabilir. Eve gelmeden bir etüt merkezine gitmesi sağlanabilir. Evde yalnız kalmasındansa herhangi bir kurs ve sosyal etkinliklere katılarak okulda kalması sağlanabilir. Eğer müsaitse anne yada babanın iş yerine servisle gelebilir. Tedbir amaçlı olarak bu dönem anne-babanın telefon numaraları ve iş adresleri öğretilmelidir."

                       Uzman Psikolog Hasan Ali Göncü'ye göre, 10 yaşından itibaren sorumluluk duygusu ve soyut işlem becerisi gelişmiş olduğu için 2-3 saati geçmeyecek şekilde ve akşam saatlerinden sonra olmamak kaydıyla çocuk evde yalnız kalabilir. Karanlığın iyice çöktüğü ve sokakların sakinleştiği saatlerde evde yalnız kalırsa korku geliştirebilir. Çocuğun evde kalacağı zaman için iyi bir düzenleme yapılmalı ve bunlar çocuğa gösterilerek anlatılmalı. Örneğin, okuldan geldiği zaman ihtiyacı olacak yiyecekler, eşyalar ve kıyafetler elinin altında hazır olmalı. Aksi halde ocağı, fırını kullanmaya çalışabilir, kendi makasını bulamazsa başka kesici aletler kullanmaya çalışabilir. Çocuğa kapı güvenliği, kapıya gelen kişinin kim olduğundan emin olmadan açmaması gerektiği öğretilmeli. Çocuğun eve gelme saatinde anne baba çocuklarını arayıp iletişim kurmalı.

                       12 yaşından sonra ise çocuk evde gün dönümünü geçmeyecek kadar 4-5 saat yalnız bırakılabilir. Tam gün yalnız kalması doğru değil. Bu dönemde çocuk ergenlik dönemine girdiği için kendi başına bazı şeyleri yapma cesaretini kazanır. Ancak, mahalle bakkalına yalnız gitse bile başka bir semte gitmemeli. 12 yaşında çocuk evde kendi işini yapabilir ve arkadaşlarıyla vakit geçirebilir. Bu yaşta çocuğun evde yalnızken ne yaptığı, tv'yi, bilgisayarı, interneti ne kadar ve nasıl kullandığı önem kazanır. Dışardan gelecek zararlardan ziyade evde yalnız kaldığında kendine duygusal ve ahlaki yönden zarar vermemesi sağlanmalı. Bunun için, tv ve internetin sınırsız kullanılmasını engelleyecek teknik önlemler alınmalı. Tamamen kendi başınalık hissine kapılmaması için akraba, komşu tarafından kontrol edilmeli.

Kaç yaşında kardeş emanet edilebilir?

                  Bazı aileler okuldan aynı vakitte kalan kardeşleri evde yalnız bırakmakta sakınca görmüyor. Bir çocuğun 12-13 yaşından önce kardeş sorumluluğunu alamayacağını vurgulayan Psikolog Hasan Ali Göncü şu bilgileri veriyor: "11-12 yaşındaki çocuklar 2-3 saat birlikte kalabilir. Ama 10 yaşındaki çocuk 3-5 yaşındaki kardeşine bakacak düzeyde değildir.

                   13 yaşındaki bir kız çocuğuna öğlen-akşam arası gibi kısa sürelerde 6-7 yaşındaki kardeşi emanet edilebilir. 2-3 kardeşin evde uzun süre yalnız kalması, bir arada olmanın verdiği cesaretle tehlikeye atılmaları açısından daha risklidir. Kibrit, çakmak gibi eşyalarla ateşli oyunlar oynayabilir, bir şeyler pişirmek için ocağı, fırını kullanabilirler."

Çocuk, evin düzenini yaşayarak öğrenir 

                   Uzman Psikolog Hasan Ali Göncü: "Çocuğa küçüklüğünden itibaren evin düzenini, eşyaların kullanılışını tanıtmak ve bazı işleri yapmasına fırsat vermek gerek. Çalışan anneler, özellikle ayrılığı telafi etmek için çocuğun elini hiçbir şeye sürdürmek istemiyor ama bu onun öğrenmesini engelliyor. Bu şekilde 10 yaşında ayakkabısını çorabını kendisi giyemeyen, okuldan gelince hazır yemeği alıp karnını doyuramayan çocuklar yetişiyor.

                     Çocuklara fırın, ocak, şofben, ütü gibi eşyaların hangi durumlarda tehlikeli olabileceği, kullanması halinde karşılaşacağı tehlike ihtimalleri öğretilmeli." 
 
Evden okula yumurta taşıyarak sorumluluğu öğreniyorlar.
 
           Anne–babaların, çocuklarından istedikleri en önemli niteliklerden biridir sorumluluk. Hatta öğretmenlerine en çok çocuklarının "sorumsuz" olmasından yakınırlar. Ve bu durumu nasıl düzeltebileceklerini SORDULAR
           Aslında veliler –özellikle de anneler- çocukları için yaptıkları ekstralarla buna sebep olduklarını bilmezler. 
           Mesela; 10 yaşına gelmiş bir çocuğun hâlâ ayakkabılarını bağlayamaması, onun değil annesinin hatasıdır aslında. Çünkü çocuğun yerine annesi bağlamıştır ayakkabılarını çoğu kez. Sorumlu insan, üzerine aldığı işi gerçekleştireceğinden emin olduğumuz kişidir. Söylediğini yapar veya yapmak için çaba gösterir. Yeni ve zorlu görevlerin üstesinden gelirlerse çocuklar da daha sorumlu olur. Sorumluluk üstlenmede başarılı olan çocuklar yeteneklerine daha fazla güvenir. Çocukların sorumluluklarını geliştirmek için onlara çeşitli görevler verebiliriz. Bizim okulumuzda uyguladığımız "yumurta taşıma faaliyeti" de bu sorumluluklardan biri. Faaliyetimiz kısaca şöyle: Öğrencilerimiz bir çiğ yumurtayı, kendi yaptıkları bir koruma haznesinde kırmadan iki hafta boyunca evden okula–okuldan eve taşımakta. *Özel Esenler Burç İlköğretim Okulu Psikolojik Danışmanı 

Hangi yaşta ne yapabilirler?
            2-3 yaş çocuğu 

Dişlerini fırçalayabilir.
Yanan ışığı kapayabilir.
Oyuncaklarını toplayıp sepetine koyabilir.
Merdivenlerden inip çıkabilir. (Arkasında olmamız gerekir.)
Bazı yemekleri kendi başına yiyebilir. (Bu yaştaki çocuklara çatal ve kaşık verilmesi, üzerine dökse bile, kullanması için teşvik edilmesi gerekir.)
Bildiği nesneleri getirip götürebilir. 

4 yaş çocuğu

Ellerini yıkayabilir.
Kendi kendine giyinebilir.
Evcil hayvan besleyebilir.
Grup oyunlarına katılabilir.
Yemeğini kendi yer. 

5-6 yaş çocuğu

Yatağını yapabilir.
Çiçekleri sulayabilir.
Giysilerini toplayabilir.
Sofrayı kurabilir. 

7-9 yaş çocuğu

Ödevini kendi yapabilir.
Giysilerini düzenleyerek dolabına koyabilir.
Evi süpürebilir.
Evcil hayvanlara bakabilir.
Kendi yıkanabilir.
Öğlen yemeği hazırlayabilir. (Ekmek arası, yumurta tava vs.)

10-12 yaş çocuğu
Basit yemekler hazırlayabilir. (makarna, çorba vs.)
Bakkala gidip gelebilir.
Kardeşlerine bakabilir.
Ev işlerine yardım eder. 


 KARNENİZ NASIL?

Geçen hafta karnesini alan çocuklarımız değil de, biz anne-babalar olsaydık karnelerimiz nasıl olurdu dersiniz?

 

Çocuğunuz Karnesini Aldı, Peki Sizin Karneniz Nasıl? 

Geçen hafta sonu çocuklarımız yıl ortası değerlendirme notlarını ( karnelerini ) aldılar. Kimileri takdir, teşekkürle ailelerine sevinç yaşatırken, kimileri kırık notların hüznüne büründü...  

Biz anne-babalar ise, çocuklarımızın üzerine inşa ettiğimiz sanal hayatların, oluşmaya başlaması ya da başlaya-ma ma-sı sendromuyla boğuşup durduk yine. 

Sanal hayatlar diyoruz, çünkü çocuklarımız için istediklerimiz yalnızca hayallerimizden ibaretti. 

Doktor olacak benim kızım, mühendis olacak benim oğlum gibi cümlelerle kabarıyordu gururlu göğüslerimiz. Bu ne kadar doğru, ne kadar yanlış tartışılır ama yanlış olduğuna emin olduğumuz bir şey var ki, o da; çocuklarımız kendi hayallerimize uymuyor diye hayıflanıp, üzülme gafletine yenik düştüğümüz gerçeği... 

Çünkü onlar biz değiliz, tıpkı bizlerin de anne-babalarımız olmadığı gibi. Onların da kendi hayalleri, kendi dünyaları var, tıpkı ailelerimizin bizden yana beklentileriyle bizim dünyalarımızın her zaman uyuşamadığı gibi. Sanıyoruz ki bunu kabullenip, çocuklarımızı farklı bireyler olarak, yani özgüven sahibi kişiler olarak yetiştirebilmek, her anne-babanın en birincil görevi. 

Aslına bakarsanız bu karne olayı sonrası bazı düşünceler kafamıza takıldı. Düşündük de, eğer çocuklarımız değil de bu hafta karnelerini alan biz anne-babalar olsaydık hangi notlarımız kırık olurdu dersiniz?  

Hayatlarını baştan aşağı beklentilerimizle donattığımız çocuklarımızın, biz karşılayabiliyor muyuz acaba beklentilerini? Anneliğimiz, babalığımız, eğiticiliğimiz, hoşgörümüz, ilgimiz, sevgimiz 10 üzerinden kaçı işaret eder çocuklarımızın bizlere verdiği karnelerde? 

Bizce yarın değil, bugün anne-babalar olarak öz eleştiri yapma günüdür. Eksiklerimizi kabul edip, kendimizi yenileme günüdür. Çocuklarımız için, iyi birer ebeveyn olma günüdür. Ne dersiniz, bizlerin inisiyatifiyle dünyaya gözlerini açmış minik meleklerimiz bu kadar öz veriyi hak etmiyorlar mı?  



Çocuğa nezaket eğitimi nasıl verilmeli?
 
           Çocuğa nezaket kuralları ve saygı eğitimi nasıl verilmeli? İşte yapılması gerekenler:

           Çocuğa zorlamadan kazandırılan nezaket kuralları, toplum tarafından onay görür. Onay gören çocuğun aidiyet duygusu artar, özgüven duygusu gelişir.
           Toplum hayatında insan ilişkileri önemli bir yer tutar. Nezaketi, inceliği, tabiatının bir gereği haline getiren; önce kendisine sonra da karşısındakine saygılı olmasını bilen insanların, ihtiyaçlarını daha kolay temin edecekleri ve daha çok mutlu olacakları açıktır.
           Kimi zaman bir teşekkür, kimi zaman bir çiçek, hallolması zor birçok meselenin üstesinden gelebilir.
Geleceğe uzanan çizgide çocuklarımızın edepli, nazik hanımefendiler ve beyefendiler olması için aile içi ilişkilerde eşler arası uyum, nezaket ve çocuğa yaklaşım tarzı büyük önem arz etmektedir. Nezaket kurallarının birçok tezahürü var. Onları burada sayacak değiliz. Ancak aile içi ilişkilerde incelik ve samimiyetin topluma yayılacağı mukadderdir. 
           Özellikle okulöncesi dönemde ailelerin çocukların bilinçaltı müktesebatına kazandırması gereken birtakım nezaket kuralları vardır.
           Çocuğa nezaket kuralları ve saygı eğitimi nasıl verilmeli? İşte yapılması gerekenler: 
           
      1- Yetişkinler iyi bir model olmalı 

           Edebin ilk muallimleri anne-baba olduğu için ebeveynler öncelikle birbirine karşı edepli ve nazik olmalılar. Bu nedenle çocuğunuz, eşinize karşı saygılı olduğunuzu görsün ve bunu hissetsin. Hayatın akışı içerisinde zaman zaman eşler arasında tartışmalar çıkabilir. Burada eşler birbirini çocuğa şikâyet ederek, çocuğu hakem tayin etmemelidir. Dikkat edilmesi gereken bir diğer nokta da çocuk tartışmaya şahit olmuşsa aynı konunun çözümlendiğine de şahit olması gerekir. Sözgelimi tartışma çocuğun önünde olup çözüm yatak odasında olmamalıdır. 

      2- Nezaket, saygı aile içinde de olmalı 

           Ebeveyni tarafından kibar davranılan çocukların görgü kurallarını öğrenmeleri daha kolay olur. Kimi yetişkinler sosyal kabul için aile ortamının dışında nazik ve kibar olurken maalesef aile içerisinde aynı nezaket ve inceliği göstermiyorlar. Dışarıdaki insanlara "teşekkür ederim", "lütfen" gibi ifadeleri nasıl kullanıyorsanız aynı ifadeleri çocuğunuza hitap ederken de dilinizden düşürmemelisiniz. Ayrıca çocuklar zaman zaman çevresindekilerce, "hadi şu amcaya bir küfret" gibi ifadelerle argoya zorlanabilmektedir. Ebeveynler, bu tür ortamların oluşmasına izin vermemeli ve aile içerisinde "lan, hişt..." gibi kelimelere perhiz getirmelidirler. 

      3- Erken yaşlardan başlayarak eğitim 
        
           Bebeklik döneminden başlayarak yumuşak dokunuşlar ve nazik kelimelerle çocuk öğrenmeye başlar. Örnek olarak çocuğunuz canınızı acıtacak şekilde elleriyle saçınızı çektiğinde ona bağırmayın. Bunun yerine, çocuğun yumruğunu yavaşça gevşeterek ve sakin bir şekilde "bunu yapmak yok", "nazik ol" gibi ifadelerle çocuk eğitilebilir. Çocuğun bu tür davranışlarına sesinizi yükselterek tepki verdiğiniz zaman çocuk ürker ve korkar. Bundan sonraki davranışlarında ürkek, korkak ve stresli durumlar gözlenebilir. Çocuğa aile içerisinde yaşına göre provalarla zorlamadan aşağıda sıralanan konular işlenmelidir. 

           Tanışma nasıl olur? Çocuğunuzun kendi cümleleriyle kendini tanıtmasını sağlayabilirsiniz. (2 yaşından sonra)
           Nasıl selam verilir ve teşekkür edilir? (Çocuğun konuşmaya başlamasıyla birlikte öğretilebilir.) Bu yaşta çocuk selamın anlamını çok bilmese de bu davranışıyla toplumda sosyal kabul görür. Bu da çocuğun hem özgüven gelişimini destekler hem de bu davranışlar çocuğun tabiatının bir yanı haline gelir.
           Neden ve nasıl özür dilenir?
(3 yaşından itibaren işlenebilir.) 
           Sofra adabı nasıl olmalıdır?
(3 yaşından itibaren işlenebilir.)
           Misafir karşılama ve uğurlama nasıl olmalıdır? (4 yaşından itibaren işlenebilir.)
           Kapı çalma şekli nasıl olmalıdır?
(3 yaşından itibaren işlenebilir.) 

      4- Baskı yapmayın, çocuğunuzu bir başkasıyla karşılaştırmayın 

            Çocuğunuzu topluluk önünde kibar davranma konusunda utandırmayın. Bu tür davranışlar çocuğunuzun kendisine ve size karşı saygısını zedeler. Kızgınlık ve öfke duygusundan başka bir işe de yaramaz. Görgü kuralları baş başa sakin bir ortamda öğretilmelidir. İlla ki bir şeyler söylenecekse çocuğu nazikçe bir kenara alarak, utandırmadan ifade edilmelidir. 

      5- Sınırlarınızı kontrol edebilir 

           Çocuğunuzun özellikle 4-6 yaşları arasında muziplikleri artar ve inat davranışlarıyla sizi kışkırtır. Bu durum çocuğun gelişiminde bir süreçtir. Çocuk bu tür davranışlarıyla sizin disiplin sınırlarınızı kontrol ederek kişiliğini oluşturmakta, sınırları ve yasakları öğrenmektedir. Çocuğun bu sınırları ve yasakları öğrenmesi sizin tavırlarınıza bağlıdır. Çocuğun muzipliklerini ve kışkırtmalarını gülerek karşılarsanız ve bu tür davranışlarını zekâsına bağlarsanız, çocuk kendi karakter sınırlarını gamsız, saygısız, aşırı rahat tavırlarla belirler. Çocuğun bu davranışlarını tam tersi, katı disiplin ve şiddetle karşılarsanız bu defa da katı itaat kültürüyle yetişmiş, kendine güvenmeyen ve hakkını aramaktan çekinen, saygı ve itaatte sosyal sınırların ne olduğunu ayırt edemeyen kişilikler olmaktadırlar. Uygun olan yaklaşım, anne-baba ortak tavırla, kıvamında bir otorite ile çocuğa, yanlış olan ve yapmaması gereken davranışlarla doğru olan ve yapması gereken davranışları fark ettirmektir. 

      6- İyi davranışlarını takdir edin 

           Çocuğa beklentilerinizi ifade ederken neleri yapmamalarını değil, neleri yapmalarını istediğinizi söyleyin ve iyi davranışlarını takdir edin. Örnek olarak; "Ellerinle yemek yeme yerine, lütfen çatalı kullanır mısın? Çatalını ne kadar kibar tutuyorsun. Yemeğini kendi önünden yemen ne kadar güzel" gibi ifadeler çocuğunuzu nazik davranışlar için yüreklendirir.


Velilere karne uyarısı
 
Karnesi kötü olan çocuklara anne ve babanın vereceği olumsuz tepkinin, çocuğun ruh sağlığında onarılması güç hasara yol açabileceği belirtildi.
           Denizli Devlet Hastanesi'nde görevli Çocuk Psikiyatristi Dr. Şermin Yalın, karnesi kötü olan çocuklara anne ve babanın vereceği olumsuz tepkinin, çocuğun ruh sağlığında onarılması güç hasara yol açabileceği uyarısı yaptı.
           Dr. Şermin Yalın, 2008- 2009 eğitim öğretim yılı birinci dönemin yarın sona ereceğine dikkati çekerek, velilere uyarılarda bulundu. Dr. Yalın, dönem sonunda alınan karnenin, çocuğun yanı sıra, ailenin ve eğitim sisteminin de karnesi olduğu unutulmaması gerektiğini söyledi. Öğrencinin başarısında ailenin önemli bir yeri olduğunun altını çizen Dr. Yalın, şunları söyledi:

           “Aile içi ilişkilerin sağlıklı olduğu, çocuğun kişiliğine saygıda bulunulan ve kendisini geliştirmesinin desteklendiği bir ailede başarının da o oranda yüksek olması beklenir. Karne sonrasında öğrencinin notları düşükse genellikle bu durumdan öğrenci sorumlu tutulur, eleştirilir, suçlanır. Oysa yapılması gereken, karnedeki düşük notların nedenlerinin ana- baba- çocuk üçgeninde değerlendirilmesidir. Anne ve babalar, öncelikle 'Acaba çocuğuma kitap okuma konusunda iyi bir model olabildim mi? Ona ders çalışma sorumluluğunu verebildim mi? Çocuğumuza aile içinde yoğun kavga ve çatışmaların olmadığı sağlıklı bir aile ortamı yaratabildik mi? Ara sınavlardan düşük not aldığında onu eleştirip, yargıladık mı? Onun özgüvenini kazanmasına yardımcı olabildik mi?' gibi sorularını kendilerine sormalı. Eğer aile- çocuk iletişimi iyiyse, çocuk bu sonucun alınmasındaki kendi rolünü görüp, değerlendirmesini yaparak gerekli sorumluluklarını alacaktır.”

           Dr. Yalın, velilerin unutmaması gereken bir noktanın da karne notlarının telafisinin her zaman mümkün olduğu, gelecek dönemlerde yükseltebileceği olması gerektiğine de dikkati çekti.

           Karnesinde ilk kez zayıf gelen çocuğa ailenin tepkisinin nasıl olması gerektiği ise Dr. Yalın şöyle anlattı:
           “İlköğretim döneminde çocuklar almış oldukları karneden değil, anne-babaların tepkileri nedeniyle kaygı duyarlar. Bu durumda ailelerin tutumları ise değişiklikler göstermektedir. Anne- babaların bir kısmı, karnede zayıf gelmesi nedeniyle kaygılı olan çocuklarda, bunu gidermek yerine daha fazla tepki göstererek, pekişmesine neden olmaktadır. İlk kez alınan bir zayıf, çocuğun sorun çözme becerilerini test edeceği, geliştireceği için faydalı tesirleri bile olabilir. Ailenin nasıl çözüm bulunacağı konusunda çocuğa rehberlik etmesi faydalı olur. Aileler karnesinde zayıf olan çocuğun duygularını ifade etmesine olanak verip, neler yaşadığının değerlendirilmesi gerekmektedir. Aşırı koruyucu ve kollayıcı bir yaklaşım sorunun yok farz edilmesine sebep olur. Başarısızlığın nedeninin çocukla birlikte değerlendirilip, başarısızlığın nedenin ne olduğunun anlaması temin edilmeli ve çözüm yolları ile sorunun nasıl aşılacağı belinlenmelidir. Çocuğun başarı göstermiş olduğu alanlar vurgulanarak, bunu da başarabileceği belirtilebilir. Belli kapasiteleri sebebi ile çocuğun daha fazlasını yapamayacağı düşünülüyorsa, anne- baba sevgisinin karnedeki notlardan bağımsız olduğunun ifadesi çocuk için faydalı olur.”

Çocuğum ders çalışmıyor!
 
Birçok ailenin yaşadığı problemlerden olan çocuklarını ders çalışmaya motive edememe, verimli bir şekilde ders çalışmasını sağlayamama aslında çocuklardan çok ailelerin tutum ve davranışlarından kaynaklanan bir sorundur.

           Çocukların davranışlarının şekillenmesinde ebeveyn tutumlarının önemi son derece fazla olduğu için çocuklarla ilgili yaşanan problemlerde ailelerin kendi tutum ve davranışlarını gözden geçirmeleri yararlı olacaktır. Birçok aile çocuğunun ders çalışmak için masa başına oturmakta sıkıntı yaşadığını, ders çalışmaktan çabucak sıkılıp başka şeylerle uğraştığını, ödevlerini çala kalem yaptığını, kitap okumadığını söyler ama çok azı bunun için bir çözüm yolu arar. Peki çocukların verimli bir şekilde ders çalışması için neler yapılabilir? Çocuklar ders çalışmayı çok sıkıcı bir iş olarak görebilirler. Ailelerin ve öğretmenlerin çocuğa niçin ders çalışması gerektiğini, ders çalışmanın onlara ne gibi faydalar sağlayacağını anlatması gerekir. Evde ders çalışma zamanları eğlenceli bir etkinliğe dönüştürülebilir. Ders çalışma aralarında çocuğa bazı sürprizler yapılabilir.

           Derse başlayamıyor

           Ders çalışmaya başlayamayan çocuklar için zaman planlaması son derece önemlidir. Çocuk, anne, baba bir araya gelip daha çok çocuğun önerileriyle bir ders çalışma planı oluşturulmalıdır. Bu ders planı içerisinde oyun, yemek ve dinlenme zamanları belli olmalıdır. Planın uygulanması esnasında yaşanacak sıkıntılarda çocuğun hangi yaptırımlarla karşılaşacağı önceden çocuğa söylenmelidir ve en önemlisi aileler alınan kararlar konusunda tutarsızlık göstermemeli ve süreci iyi takip etmelidirler.

Bu davranışlar yanlış!

Önceden çocuğa söylenmeyen o anda konulan kurallar, yasaklar veya verilen cezalar. Şiddet uygulayarak ders çalışmaya zorlamak.
Başkalarıyla kıyaslama yapmak.
Bazı kararlar alıp onları takip etmemek, çocuğun yaşadığı problemin çözümü olmayacaktır. 

    

BİR SAAT AYIRIN NE KAYBEDERSİNİZ?

           KAYBETMEK ŞÖYLE DURSUN ÇOK ŞEY KAZANIRSINIZ. 
           "OKULLARDA EN ÇOK DİSİPLİN SUÇU İŞLEYEN ÖĞRENCİLERİN; BABA VE ANNE SEVGİSİ ALMAYAN, KENDİSİNE VAKİT AYIRILMAYAN ÇOCUKLAR OLDUĞUNU BİLİYOR MUYDUNUZ?"

           Adam yorgun argın eve döndüğünde 5 yaşındaki çocuğunu kapının önünde beklerken buldu.Çocuk babasına, "Baba bir saatte ne kadar para kazanıyorsun" diye sordu...
   
    Zaten yorgun gelen adam, "Bu senin isin değil" diye cevap verdi. Bunun üzerine çocuk "Babacım lütfen, bilmek istiyorum" diye üsteledi. Adam "ille de bilmek istiyorsan 20 milyon" diye cevap verdi..
   
    Bunun üzerine çocuk "Peki bana 10 milyon borç verir misin" diye sordu. Adam iyice sinirlenip, "Benim senin saçma oyuncaklarına veya benzeri şeylerine ayıracak param yok. Hadi, derhal odana git ve kapını kapat" dedi.
   
    Çocuk sessizce odasına çıkıp kapıyı kapattı.Adam sinirli sinirli;"Bu çocuk nasıl böyle şeylere cesaret eder." diye düşündü.
   
    Aradan bir saat geçtikten sonra adam biraz daha sakinleşti ve çocuğa parayı neden istediğini bile sormadığını düşündü, "Belki de gerçekten lazımdı"...Yukarı çocuğunun odasına çıktı ve kapıyı açtı... Yatağında olan çocuğa,"Uyuyor musun" diye sordu. Çocuk "Hayır" diye cevap verdi...
   
    "Al bakalım, istediğin 10 milyon. Sana az önce sert davrandığım için üzgünüm. Ama uzun ve yorucu bir gün geçirdim" dedi... Çocuk sevinçle haykırdı, "Teşekkürler babacığım"...
   
    Hemen yastığının altından diğer buruşuk paraları çıkardı.
   
    Adamın suratına baktı ve yavaşça paraları saydı.Bunu gören adam iyice sinirlenerek, "Paran olduğu halde neden benden para istiyorsun?... Benim, senin saçma çocuk oyunlarına ayıracak vaktim yok" diye kızdı...
   
    Çocuk "Param vardı ama yeterince yoktu " dedi ve yüzünde mahcup bir gülücükle paraları babasına uzattı;
   
    "İste 20 milyon... Simdi bir saatini alabilir miyim babacım?..."


KAHVEHANEYE 1 SAAT GİTME, BAĞIRIP ÇAĞIRMA, SABIRLI VE SAKİN TATLI DİLLE KONUŞ. SEVGİYLE ÇOCUĞUNU KUCAĞINA AL ONU OKŞA, BERABER KİTAP OKU.

Çocuklarınıza bu kötülüğü yapmayın!
 
           Özellikle günümüzde ailelerin en sık yaptıkları hata konusunda uzmanlardan uyarı geldi.
           Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı Başkanı Yrd. Doç. Dr. Didem Öztop, televizyonun bakıcı olarak kullanılmaması gerektiğini belirterek, ''Çünkü, bebeklikte başlayan bu süreç daha sonra alışkanlık halini alıyor'' dedi.

           Yrd. Doç. Dr. Öztop, AA muhabirine yaptığı açıklamada, çocukların şiddetin en basit haliyle çizgi filmlerde karşılaştıklarını söyledi.

           Televizyon ve internetin, çocukların ''tüketim toplumu bireyi'' olmaları üzerinde etkileri olduğunu belirten Öztop, şöyle konuştu:

           ''Televizyon ve internetin çocuğun cinsel kimliğinin oluşması ve karşı cinsle, anne ve babayla ilişkisi üzerinde etkisi var. Şiddet eğilimlerine, okuma, düşünme ve başarıya etkisi, kültürel yabancılaşmaya etkisi var. Çocuk televizyonda veya internette gördüğü başka toplumların kültürlerini, değerlerini kendine model olarak almaya başlıyor ve bu biçimde davranıyor. Din gelişimi üzerinde etkisi var. Ayrıca, televizyon kanallarında ve internette çocukların ergenlik yaşının daha öne kaymasına neden olabilecek cinsel içerikli yayınlar var.''

           Öztop, çocukların günde 2 saatten fazla televizyon seyretmesinin doğru olmadığını, televizyonun yerini dolduracak çeşitli etkinlikler yapılması gerektiğini kaydetti.

           Televizyon programlarının seçiminde Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) ve psikologlar tarafından tespit edilen akıllı işaretlere dikkat edilmesini öneren Öztop, ''Çocuğuna 'televizyon seyretme' diyen anne ve babanın, kendi televizyon izleme sürelerini de kısıtlaması gerekiyor. Siz kitap okumaz ve televizyon izlemeye devam ederseniz çocuk sizi model olarak gördüğü için doğrunun bu olduğunu sanacaktır. Çocuğunuzun kitap okumasını istiyorsanız sizin de okumanız gerekiyor'' dedi.

           Öztop, artık evlerde birden fazla televizyon bulunduğuna dikkati çekerek, ''Herkesin odasında televizyon var. Herkes odasına çekilip kendi sevdiği programları izliyor. Çocukların odasına bile televizyon konuluyor. Bu hiç uygun bir durum değil. Televizyonu bakıcı gibi kullanmamak gerekiyor. Çünkü, bebeklikte başlayan bu süreç daha sonra alışkanlık halini alıyor'' diye konuştu.

           Ailelerin çocuklarının izlemesini istemediği programları yasaklamalarının doğru olmadığını kaydeden Öztop, şunları söyledi: ''Çocuk istediği diziyi izleyemeyince 'arkadaşlarım izliyor, onlar konuşurken ben konuşamadım, dışlandım' diyor. Böyle olunca da kendisini kötü hissediyor. Ailelerin bu tür dizileri yaşam tarzları, inanç sistemleri, toplumsal değerleriyle televizyon dünyası arasında farkı öğrenmelerine yardımcı olmak için çocuklarıyla birlikte izlemelerini öneriyoruz. Beğenmediğimiz, rahatsız eden programları mutlaka RTÜK'e şikayet etmeliyiz.''

Anne babalara çok önemli uyarı!
 
 “Çocuklarınıza kalitesiz çizgi filmler izlettirmeyin!Bizde fiske etkisi yapan bir darbe, çocuğumuzda yumruk etkisi yapabilir"
           Biz büyüdük, eskisi gibi çizgi film izlemiyoruz. Ama çocuklarımız, yeni çıkan çocuk kanallarıyla birlikte sabah akşam çizgi film izliyorlar. Salt çizgilerden oluşması, nedense biz büyüklerde çizgi filmlerin masum olduklarına dair bir kanaat uyandırmaya yetiyor. Televizyona bakıyoruz, çizgi filmmiş deyip geçiyoruz. Çizgi filmlerin birtakım zararları olabileceğine dair bilgimiz, yalnızca “Çizgi filmler çocuklara şiddeti öğretiyor” klişe haberleriyle sınırlı. Bu ise, işin iç yüzüne dair biraz derince bir anlayış sahibi olmadığımız için pratik yaşamda bize neyi nasıl yapmamız gerektiğine dair etraflıca fikir vermiyor.

           Aslında, çizgi filmlerin çocuklara yönelik olumsuz yan etkilerini sadece şiddet bağlamında konuşmak bile, meseleye ne kadar sathî yaklaşıldığının bir kanıtı. Zira, çizgi film ile şiddet davranışı arasındaki ilişkiden önce esas araştırılması gereken konu, çizgi filmlerin çocukların ruh ve his dünyalarında doğrudan ne tür etkilerde bulunduğudur. Meselâ, çocuklarımız seyrettikleri (bolca korku öğesi barındıran) çizgi filmlerden ne kadar korkuyorlar? Bu, onların belli bir yaştan sonra gelişmeye başlayan bilinçli korkularına ne gibi menfi etkilerde bulunuyor? Acaba çocuklarımızın doğuştan beri varolan karanlık korkusu ile çizgi filmlerdeki kötü karakterler onun hayal dünyasında nasıl yeni ve bilinçli korkulara dönüşüyor? Bunları bilmiyoruz. Bu konularda yeterli araştırma da yapılmıyor.

           Korkuyu şiddet davranışının önüne özellikle koyuyorum, çünkü çocuklar korkuyu iç dünyalarında doğrudan hissediyorlar. Oysa şiddet davranışı, çocuğun hareketlerinde gözlemlenebilen, korkuya nispetle daha dolaylı bir sebep sonuç ilişkisinin yansımasıdır. Biz yetişkinler ve maalesef uzmanlar, çocuğun ruhuna etki eden doğrudan etkiyi görmüyoruz da, daha dolaylı ilişkileri aydınlatma peşinde koşuyoruz. Neden böyle oluyor?

           Çünkü bu tür araştırmalar, toplumdaki bazı bozulmalardan (şiddetin artışı) hareketle gündeme geliyor ve çocukluk yıllarında bu bozulmalara nelerin etki edebileceği sorusu üzerinden şekilleniyor. Dikkat ettiyseniz, burada çocuğun kendisinden hareket edilmiyor. Edilmediği için de, belki çocuklar çizgi filmlerden çok daha başka nedenlerle (meselâ korku ve dehşete kapılma) zarar gördükleri halde, bir tek şiddet faktörü üzerinde kilitleniyor. Bunları söylemekle, çizgi filmlerin çocuklarda şiddet davranışına yol açtığıyla ilgili iddiaları önemsemediğimiz sanılmasın sakın. Elbette şiddet konusu da çok önemli ve üzerinde durulmayı yerden göğe kadar hak ediyor. Lakin, bilinçli olarak meseleyi şu noktaya getirmeye çalışıyorum:

           Biz büyükler, çocukluktan çıkıp da yetişkin sınıfına dahil olduğumuz andan itibaren, çocukluğumuzu unutuyoruz. Çocukluğumuz bir “uzak ülke”ye dönüşüyor. O yıllarda küçücük hareketlerin bile iç âlemimizde ne büyük depremlere, fırtınalara sebep olabildiğini hatırlamaz oluyoruz. Bir nevi, çocukluk hatıralarına ilişkin “alzheimer hastalığı”na tutuluyoruz. Böyle olunca da, hayatı sadece elimizde kalan tek boyutlu yetişkin bakışıyla değerlendirmeye başlıyoruz. Bu, biz büyükler arasında sorun oluşturmuyor belki ama devreye çocuk girdiğinde tek kelimeyle çuvallıyoruz. Sanıyoruz ki, çocuklar da dünyaya biz yetişkinler gibi bakıyor ve olaylardan aynı şekilde ve aynı dozda etkileniyorlar.

           İngiltere'de bir ana-baba okulunda bu “yetişkin özrü”nü tedavi etmek için ilginç bir eğitim metoduna başvurulduğunu hatırlıyorum: Özel bir çocuk odası düzenlenmiş ve odadaki tüm eşyalar üç dört kat büyük yapılmıştı. Böylece anne baba adaylarına—en azından fiziksel olarak—çocuklarının gözünden dünyaya bakma alışkanlığı kazandırılmaya çalışılıyordu. Çocuk günlük yaşantısında ne tür zorluklar yaşayabilir, emeklemeye başladığında neler onun için bir engele dönüşür, neler onu korkutabilir, vs.

           İşte, başta işin uzmanları olmak üzere, tüm anne babaların bu bakışı, fizikî çevreden öte, çocukların ruhsal yaşantılarını kavrama adına da kullanması gerekiyor. Ancak o zaman, çocuklar ile yetişkinler arasında büyük bir “hassasiyet farkı” olduğunu ve çocukların biz büyükleri o kadar da etkilemeyen pek çok şeyden korumamız gerektiğini layıkınca idrak edeceğiz.

           Gerçekten, çocuklar ile büyükler arasında çevremizde yaşanan olaylara karşı çok önemli bir “hassasiyet farkı” söz konusudur. Bir papatya çiçeği kadar temiz ve narin olan çocuğun ruhu, biraz sert esen bir rüzgarda başını öne eğerken, artık koca bir çam ağacı olmuş biz yetişkinler için fırtına bile bazen vız gelir.

           Başka bir ifadeyle, bizde fiske etkisi yapan bir darbe, çocuğumuzda yumruk etkisi yapabilir. Özellikle 2-6 yaş dönemi, bu açıdan çok dikkat edilmesi gereken bir evredir.

           Acı olan şu ki, burada bahsettiğimiz zaafiyetten en çok çizgi film yapımcıları istifade ediyor. Nasıl olsa, anne babalar—daha kötüsü, uzmanlar ve RTÜK gibi düzenleyici kurumlar—çocuk hassasiyetine dair bir hassasiyet taşımadıkları için, bu sektörde istedikleri gibi at oynatıyorlar. Yani, çizgi film yapımcıları ile çocukların arasında, ne ebeveyn ne de kurumlar düzeyinde işleyen sağlıklı bir kontrol ve denetleme mekanizması bulunuyor. Bunun en bariz delili, yapımcıların kendi ağızlarıyla itiraf ettikleri gibi, ucuz diye dışarıdan on bin dolara çuvalla, çantayla film alınabilmesi. “Bunu nereden aldın, hangi şartlarda aldın, kime izlettin?” diye soran yok. RTÜK'e gelince, 2001 yılında Pokemon adındaki çizgi filmi yasaklamasının dışında bu konuda yaptığı bir icraatı ya da düzenlemesi yok.

           O yüzden, iş geliyor, yine ebeveyne düşüyor. Anne babalar ne kadar bu konularda bilinçli olurlarsa, o kadar çocuklarının faydasını gözetmiş olurlar. Basit, ama maalesef gerçek bu.

ÇİZGİ FİLMLERİ DEĞERLENDİRMEDE BAZI ÖLÇÜLER:

Anne babaların, nitelikli çizgi filmler ile niteliksiz olanlarını ayırd etmede kullanabilecekleri bazı ölçüleri şöyle sıralayabiliriz:

1 - Evvela çizgi filmlerin neredeyse hepsinde, cansız cisimlerin canlandırılması, canlı varlıkların ise kişileştirilmesi söz konusu. Çizgi filmleri seyredilir kılan bu teknikler, aslında, çocuk fıtratına da çok uygun. Çünkü çocuklar eşyayı kendileri gibi canlı görme eğilimindedirler. Ruhlarında hâlâ baskın durumda olan cennetî hâl, her şeyi canlı görmelerine sebep oluyor. Gelgelelim, çizgi filmlerin çoğunda bu canlandırma ve kişileştirmelerin ölçüsü fena halde kaçıyor. Örneğin, insan sûretine sokulan bir hayvan, tamamen insanmış gibi hareket ettiriliyor, onun kendi hayvansı nitelikleri ise tamamen es geçiliyor. Hikâyenin orijinalinde mevcut olan bir İngiliz centilmenin yerine bir aslanın konduğu 80 Günde Devrialem çizgi filmi böyle meselâ. Bu tür çizgi filmlerin çocuklar için uygun olmadığını düşünüyorum. Çünkü bir hayvan alınıyor, bütünüyle insan kategorisine sokuluyor. Bu ise, çocuğun zihninde kategorilerin birbirine karışmasının yanı sıra, gerçeklik algılamasının da bozulmasına yol açar. O bakımdan, anne babalar, bu yöntemlerin uygulandığı çizgi filmlerde, kedi fare gibi hayvanların kendi fıtratları gereğince hareket edip etmediklerini iyi takip etmeli. Mutlaka bir kedi ya da köpeğin ağzından çıkan cümle, onun fıtrî gerçekliği içinde bir yere oturmalıdır. Aksi taktirde, öyle niteliksiz çizgi filmler var ki, çocuğunuzun sokakta gördüğü kedi, o kedinin arkadaşlarını toplayıp bir çıkmaz sokakta onu kıstırıp bir güzel pataklayabileceklerini düşünmesine yol açabilir.



2 - Çizgi filmlerde rahatsız edici öğelerden bir diğeri, kötü karakterlere haddinden fazla ve haddinden fazla köü biçimde yer veriliyor olmasıdır. Dikkat ettiyseniz, bunlar nedense hep iyi karakterlerden daha iri ve dehşet verici çizgilerle temsil edilmektedir. Çocuk hassasiyeti taşımayan çizerler marifetiyle, çatal dilli devasa yılanlara ve ejderhalara pekçok çizgi filmde rahatlıkla—hiçbir eğitsel çekince duyulmadan—yer verilmesi bunun bir yansıması. Hikâyenin çoğunlukla mutlu sonla bittiğini söyleyerek yapımcılar kendilerini savunabilir, ama filmin ortasında korku filmlerinde bile yer verilmeyen bu dehşetengiz manzaralara maruz kalan çocuğun, rüyalarının kabuse dönüşmesinden başka, kişiliği üzerinde de ne derece korkaklığa neden olduğunu gerçek ölçüleriyle bilemiyoruz. Fakat bildiğimiz bir şey var ki, bu kötü ve korkutucu çizgiler, çocukların bilinçli korku geliştirdikleri dönemlerde, hayal dünyalarında yeterince kötü temsilin depolanmasında baş rolü oynuyorlar. Böylelikle, karanlık korkusu gibi çocukların doğuştan getirdiği korkular, çizgi filmlerden transfer edilen canavar habis yaratıklara benzeyen figürlerle birleşerek, çocukların iç dünyalarında baş edemeyeceği düzeyde bilinçli korku sistemleri geliştirmelerine yol açabiliyor.



3 - Çizgi filmlerin bir başka zararı, pek çoğunun sapkın düşünce biçimleri içermesidir. Bu sapkın düşünceler, genellikle iyi ve kötünün kıyasıya rekabete sokulduğu çizgi filmlerde işleniyor. Kötü, çoğu kere kuru kafalı, pelerinli, şeytansı çizgilerce temsil edilirken, iyi yalnızca çizgi filmin kahramanı tarafından sembolize ediliyor. Buradaki fecaat, genellikle tanrısal güçlerin de kötü karakterlere hasredilmesidir. Yani kötü karakterler, yeraltında, şatolarda, karanlık mekânlarda ya tanrısal güçlerle rabıta kuran, ya tanrısal güçlere sahip ya da sahip olmak için durmadan plân yapan ihtiraslı figürler olarak tasvir ediliyor. Buna karşılık, iyi karakterlerin kendi güçleri dışında güvenebilecekleri çoğu kere hiçbir ilâhî bağlantıları yok. Başka bir ifadeyle, tanrı kötülerle birlikte! Anne babalar bu tarz çizgi filmlere de dikkat etmeli.

4 - Bir başka sorunlu taraf, çizgi filmlerin çoğunun, ahlâkî açıdan çok fakir senaryolara sahip olması. Özellikle Amerikan çizgi film endüstrisinin çocukların ruhî ve ahlâkî gelişimlerini dikkate alan, onları belirli faziletleri benimsemeye yönlendiren bir hassasiyeti neredeyse hiç yok. Bu açıdan, Japon film endüstrisinin de Amerika'dan altta kalır bir yanı yok. Oysa, belli bir fazileti (örneğin, yardımseverliği) çocuğa öğretmeyi amaçlayan bir gaye etrafında örülebilir çizgi film senaryosu. Fakat öyle yapılmıyor. Dışa fena halde bağımlı olduğumuz bu sektörde, yabancı çizgi filmler kendi kültürleri gereği tamamen bireyci, başkasına karşılıksız bir şey vermeyi enayilik sayan, çatışmanın esas olduğu bir anlayış çerçevesinde üretiliyor.

5 - Çizgi filmlerle ilgili bir diğer sorun, çizgi karakterlerin ticarî amaçla kötü yönde kullanımı. Bir alışveriş merkezinde çocuklar için ne kadar sağlıksız yiyecek varsa, dikkat edin, hepsinin üzerinde bu çizgi karakterler boy gösteriyor. Anne babalar, çizgi filmin kendisi faydalı bile olsa, o çizgi filmin kahramanı böyle bir kötülüğe alet ediliyorsa, o çizgi filmden de çocuklarını uzak tutmalılar.

Elbette bu konuda daha başka ölçülerde ortaya konabilir. Söz gelimi, anne babalar çizgi filmlerin çocuklarının yaş düzeyine uygun olup olmadığını; şiddeti oyun ve mizah içinde daha kolay benimsetip benimsetmediğini; çizgi karakterlerin kendilerini kolayca tehlikeye atarak, çocuklarının tehlike kavramlarının gelişimine mani olup olmadığını; sürekli yanıp sönen ışıklarla çocuklarının nöbet yaşamasına sebep olup olmadığını da dikkate almaları gerekiyor.

Sonuç olarak söylenmesi gereken şu ki, çizgi filmler asla basit çizgilerin toplamı değil, koca bir kültürü tek başına aktarma gücüne sahip, sınırları hayalgücü kadar geniş büyük bir coğrafya! Anne babalar ve eğitimciler olarak çocuklarımızı, bu coğrafyada yalnız başlarına kılavuzsuz bırakmayalım lütfen.


ANNE BABA KAVGASI ÇOCUĞU NASIL ETKİLER?



           Anne karnında bile evdeki gerilimi hisseden bebeklerin evde yaşanan aile içi kavgalardan nasıl etkileceğini biliyor musunuz?

           Memory Center Nöropsikiyatri Merkezi, Uzman Çocuk Ergen Psikiyatristi Dr. Serdar Alparslan, Anne baba arasındaki kavgalar çocukların kendine güvenini azalttığını söyledi.

           "Aile çocuk için gelecek hayatını şekillendiren en önemli kurumdur. Bütün dünyada da çocuklar için ilk gördükleri-gözlerini açtıkları sosyal ortam ailedir." diyen Dr. Alpaslan, Anne karnından itibaren annenin yaşadığı kaygıyı hissedebilen bebeğin ev içindeki gerilimi ve kendi için en önemli varlık olan annenin sıkıntılarını da hissettiğini hatırlattı.

           Dr. Serdar Alparslan, bu durumun çocukların gelecekteki hayatını da etkileyeceğini hatırlatarak, "Çocuk için gelecekteki kendini güveni verecek olan şey ev içindeki güvendir" dedi.

           Alpaslan, yaptığı açıklamada, "Çocuk geleceğinden emin olmak ister. Aç açıkta kalmayacağını anne babasının devamlı onunla ilgilenip bakacağına emin olmak kendine güveni arttırır. Fakat devamlı kavga eden anne babanın ayrılma riski çocukta bana kim bakacak diye kaygı yaratabilir. Bu da gitgide kendine olan güveni azaltır. Devamlı kaygı içindeki çocukta çökkünlük görülür. Bu yüzden anne baba kendi arasındaki problemleri çocuk önünde ya da onun üzerinden çözmeye kalkışmamalıdır. 
           
           Çocuk burada kendinin anne babanın arasını bozduğunu ya da anne babanın kendini sevmediğini düşünebilir. Bu durumlarda çocuğun şu andaki ve gelecekteki ruhsal sağlığı için anne babanın muhakkak aile terapisi alması gerekir. Yoksa kendi ilişkileri bozulduğu gibi çocuğunda ruhsal sağlığını bozacaklardır" şeklinde konuştu.
FAZLA TV İZLEMEK ÇOCUKLARIN SAĞLIĞINI BOZUYOR.
 
           Vaktinin çoğunu TV izleyerek, video oyunları oynayarak ve internette sörf yaparak geçiren çocuklarda daha fazla sağlık problemi görülüyor.

           Amerikan Ulusal Sağlık Enstitüsü, Yale Üniversitesi ve California Pasifik Medikal Merkezi uzmanları, 1980'den beri yapılan 173 çalışmayı analiz etti. Birçoğu Amerika'da yapılan bu çalışmalar genelde televizyon üzerine odaklanırken bazısı video oyunlarını, filmleri, müzikler ile bilgisayar ve internet kullanımını kapsıyor.

           Araştırmaların dörtte üçünde, artan kitle iletişim araçlarının sağlık sorunlarına yol açtığı belirtiliyor. Kitle iletişim araçlarını daha çok kullanan çocuklar, ekran karşısında daha az zaman geçiren çocuklara oranla daha çok obez oluyor, sigaraya başlıyor ve cinselliğe daha erken merak sarıyor.

           Çalışmalar, aynı zamanda daha fazla medyaya maruz kalmanın ilaç ve alkol kullanımı, daha düşük okul performansı arasında ilişki olduğunu gösterdi. Ulusal Sağlık Enstitüsü'nden Dr Ezekiel Emanuel, "21. yüzyılda medyaya doymuş bir yaşama sahibiz. Ve buna maruz kaldığımız saatleri azaltmak büyük bir sonuç olacak" dedi.

           10 yıldır uzmanlar bazı TV programlarında, filmlerde ve video oyunlarındaki şiddet ve cinsel içerikli görüntülerin gençler üzerindeki etkisinden endişe ediyor. Çocukların, dışarıda koşup oynamak yerine zamanın çoğunu bir kanepede oturup TV izleyerek ya da bilgisayar oyunu oynayarak geçirdiğini belirtiyorlar.

           Raporda bahsedilen bir araştırmaya göre, haftada 8 saatten fazla televizyon izleyen 3 yaşındaki çocuğun 7 yaşında obez olması bekleniyor. Başka bir araştırma ise birçok Amerikalı çocuğun hatta yeni yürümeye başlayan çocukların bile daha fazla TV izlediğini gösteriyor.

AZARLANAN ÇOCUK TIRNAKLARINI YİYOR.



           Çocuklarda sıkça görülen tırnak ve dudak yeme alışkanlıklarının ruhsal durumla alakalı olduğu belirtildi

           Tırnak yemenin güvensizlik işareti olduğunu söyleyen Uzman Dr. Handan İlkdoğdu, baskıya maruz kalan çocuklarda bu tür alışkanlıkların daha çok görüldüğünü ifade ediyor.

           Tırnak yeme alışkanlığına, ergenlik çağına doğru çocukların yaklaşık yarısında rastlandığına dikkat çeken Dr. İlkdoğdu, "Bu hal genelde uyku bozuklukları ve hareket huzursuzluğu ile beraber bulunur. Çocuk bu yoldan iç huzursuzluğunu bastırmaya çalışır. Aşırı baskıcı bir ana-baba veya sert bir öğretmenin etkisinde kalan çocuklarda daha sık rastlanır." diyor.

           Tırnak yeme alışkanlığından çok bu davranışa sebep olan olayları saptamak ve çözüm bulmak gerektiğine işaret eden Dr. İlkdoğdu, şu bilgileri veriyor: "Bu davranışın altında yatan sebepler parmak emmede olduğu gibi çoğunlukla psikolojik rahatsızlıklardır. 
           Aile geçimsizlikleri, çocuğun yanında anne babanın kavga etmesi, çocuğun azarlanması, dövülmesi, başkalarına örnek gösterilmesi, kötülenmesi, horlanması gibi olaylar da tırnak ve dudak yemeyi tetikler." 

SAYIN VELİLER AMAN DİKKAT!

Hasta sayısının sürekli arttığını vurgulayan Dilbaz, "Geçmiş yıllarda madde kullanımına başlama yaşı 12 iken, merkezimize yapılan başvurularda alt sınırın 10'a düştüğü saptandı." dedi. Uyuşturucu tedavisininin ömür boyu sürdüğünü anlatan Dilbaz, hastayla birlikte eş, kardeş, anne ve babanın da bu süreçten etkilendiğini belirtti. Bağımlılıktan kurtulmak için hastanın istekli olması, hekime ve tedaviye inanması ve ailesinden destek almasının çok önemli olduğunu vurgulayan Dilbaz, bağımlılığın kronik bir hastalık olduğunu, iyileşme görülürken zaman zaman ataklar gelişebileceğini kaydetti.

Meclis'te kurulan Uyuşturucu ile Mücadele Komisyonu da geçtiğimiz ay benzer tespitlerde bulunmuştu. Zaman, komisyonun konuyla ilgili raporunu 19 Kasım'da manşete taşımıştı. Yaklaşık 400 sayfadan oluşan raporda, medyanın, çocuk ve ergen politikasına uygun yayın yapması, sinemalarda gösterilen alkolle ilgili reklam filmlerinin kaldırılması ya da kısıtlanması istenmişti. Rapora göre Türkiye, hem Afganistan üzerinden gelen doğal uyuşturucu (esrar, eroin) hem de Batı'dan Doğu'ya aktarılan sentetik uyuşturucuların (ecstasy, captagon) geçiş noktasında. Bu yönüyle büyük risk altında olan Türkiye'nin mutlaka yapısal ve yasal değişikliğe gitmesi gerekiyor.

Madde bağımlılığı (bally, ecstasy, eroin, esrar gibi) nedeniyle AMATEM'de tedavi gören hasta sayısı her yıl artıyor. Son dört yılda toplam 3.018 hastaya yataklı tedavi hizmeti verdiklerini anlatan Doç. Dr. Nesrin Dilbaz, bunların yüzde 45'inin Ankara dışından başvurduğunu ifade etti. Yatan hastaların yüzde 90'ının sosyal güvencesi olduğunu dile getiren Dilbaz, şunları kaydetti: "Yatış sebeplerinin 1.486'sı (yüzde 43,4) alkol, 713'ü (yüzde 30,8) eroin, 275'i (yüzde 5,7) uçucu, 343'ü (yüzde 19,9) diğer maddeler. Madde kullanmaya başlama yaşı 10-63 arasında. Alkol nedeni ile yatanların yüzde 76'sı Ankara'da yaşıyor. Hastaların yüzde 18'ini 18 yaş altı gençler oluşturuyor. Gençlerin yüzde 77'si aileleri ile yaşarken sadece yüzde 6'sı sokakta kalıyor. Hastaların yüzde 95'i 15-18 yaş grubunda. İkamet yerleri: Yüzde 47 Ankara, 9,1 Kayseri, 7,6 Niğde, 6,1 Yozgat, 4,5 Konya. Esas kullandıkları madde ise yüzde 71 bally, yüzde 16 esrar." İç Haberler Servisi

Zehirin ürküten bilançosu

Kokain, en fazla İstanbul'da kullanılıyor. Uyuşturucu en çok Diyarbakır ve Van'da yakalanıyor.

İlköğretim öğrencileri arasında esrar kullanımı yüzde 1,2, ortaöğrenimde ise yüzde 4.

10-11 yaşındaki çocuklar uyuşturucu satıcılığı ile gasp, kapkaç, hırsızlık gibi suçlara bulaştırılıyor.

Tedaviye başvuranların yüzde 67'si Güneydoğulu.

Bağımlılar arasında sokak çocuklarının oranı yüzde 6, aileleri ile yaşayanların oranı yüzde 94.

Çocuklarının hafta sonu nereye gittiğini bilmeyen ailelerin çocuklarında bağımlılık oranı daha yüksek.

Uyuşturucu suçluları son 10 yılda büyük artış gösterdi. Cezaevinde 1997'de 3 bin 710 olan suçlu sayısı 2008'de 13 bin 280'e ulaştı. Cezaevindekilerin yüzde 43'ü uyuşturucu suçundan içeride bulunuyor.

Terör örgütü PKK'nın en büyük gelir kaynağı uyuşturucu kaçakçılığı.



Gençlerin sigara içmesi ebeveynlerine bağlı

25 Kasım 2008 / 08:45
ABD'de yapılan bir araştırmada, ebeveynleri erken yaşta sigara tiryakisi olan gençlerin sigara içmeye daha eğilimli oldukları ortaya çıktı.

Health Psychology adlı bilimsel yayında yer alan ve Indiana Üniversitesi'nde uzun yıllardır yapılmakta olan araştırma, sigara alışkanlığının genetik ve çevrenin etkisine göre şekillenen bir alışkanlık olduğu yönündeki daha önce yapılan araştırmaların üzerine yeni bulgular ortaya koydu.

Indiana Üniversitesi Sigara Araştırması projesinin direktörü Jon Marcy yayımladığı açıklamada, araştırmalarında sigaraya erken yaşlarda başlayan ve uzun dönemde tiryaki gibi sigara içenlerin, bu kötü davranışlarını bir sonraki nesle taşımakta büyük aday oldukları bulgusunu elde ettiklerini kaydetti.

Jon Marcy, ailelerin uygulamaları, evde sigara bulunması ve ailelerin tütün tüketimi konusundaki tutumları gibi çevresel etkenlerin de önemli olduğunu belirterek, sigaranın aile temelli önlenmesi programlarında bunların etkili bir kamu sağlığı gereği biçiminde anlatılması gerektiğine işaret etti.

Indiana Üniversitesi'nin 28 yıl süren ve bu alandaki en uzun süreli araştırmasında, araştırmacılar, Indiana eyaletinin Monroe bölgesindeki lise ve ortaokul öğrencilerinden 1980'lerden beri veri topladılar.


SERT BAKIŞ ÇOCUĞUN ZEKASINI OLUMSUZ ETKİLİYOR
 
Sevgiyle büyüyen çocukların özgüvenleri tam olurken, ailesinden korku ve şiddet görenler hayata zor tutunuyor. Londra'daki bir anaokulunda pedagogluk yapan M. Grace Austin, çocuk eğitimi üzerine ailelere ciddi uyarılarda bulunuyor.
İngiliz pedagog, 6 yaş altı çocukların yetiştirilmesinde en önemli gıdanın sevgi, ilgi, birlikte oyun oynama olduğunu söyledi. Kötü söz ve sert bakışın miniklerin karakter ve zekâ oluşumunu olumsuz etkilediğine dikkat çeken Austin, çocukla yapılan en güzel iletişimin gülen gözlerle bakmak olduğunu vurguladı.

'Sevginin çocuğun karakter oluşumuna etkisi'ni araştıran M. Grace Austin, 3 ay süren anket çalışmasında 800 aileyle görüştü. 0-6 yaş arasındaki bin 100 çocuk üzerinde gözlem yaptı. Ebeveynin tavrının çocuk gelişimindeki en önemli etken olduğunu anlatan İngiliz pedagog, "Gözlemleme sonucunda anne ve babası düzgün konuşan çocukların düzgün konuştuğunu gördüm. Sevgiyle büyüyen çocuğun beden ve ruhsal gelişimi sağlıklı oluyor. Özgüvenleri tam olduğu için derslerinde de başarılı oluyorlar." dedi. Austin, anne ve babanın evladının sorularına cevap verirken yalana başvurmamasını önerirken, bunun çocuğun ailesine karşı güven duygusunda büyük önem taşığını ifade etti. Annelere çocuklarının bir yeri incindiğinde öpmelerini tavsiye ediyor.

Londra'da Empati Hipnoretapi Merkezi'nde hipnoterapist olarak çalışan Yunan asıllı psikolog Maria Molder de, anne ve baba sevgisini eşit alan çocuğun karakter yapısının daha düzgün olacağını söyledi. 6 yaş öncesi fiziksel şiddet ve korkuyla yetişen çocukların gençlik çağında topluma intibaklarında sorunlar yaşandığını belirten Molder'a göre, çocuk ve insan iletişiminde sevgi ve saygı dilinin açamadığı hiçbir kapı, çözemediği problem yok. Bu yaştaki çocukların bellekleri kamera gibi her şeyi kaydettiği için hatıralarını ölünceye kadar hafızadan çıkarmıyorlar. Sevgiyle büyüyenler, başkalarına da hep sevgi ve merhamet gösterdiğine dikkat çeken Molder, "Küçüklere kötü söz, darp ve şiddet uygulamak ise gelecek adına yapılabilecek en büyük kötülük. Kötü davranış çocuğu yalancılığa itiyor." diyor.

Abdurrahman Büyükkeskin



Ödevini velisi yapan çocuk başarısız  

Sakarya Üniversitesi (SAÜ) Meslek Yüksek Okulu Halkla İlişkiler Bölümü öğretim üyesi Prof.Dr. Hüdaverdi Adam, çocuğunun okulda başarılı olmasını isteyen velilerin, ödevi kendileri değil çocuklarına yaptırmaları gerektiğini söyledi.

Adam, Türk toplumunun ekseriyetinin koruyucu ve himaye edici bir yapıya sahip olduğunu belirterek, bunun bir sonucu olarak velilerin çocuklarının ödevlerini kendileri yaptıklarını dile getirdi. Ödevin okulda verilen dersin öğrenci tarafından anlaşılıp anlaşılmadığının bir kontrolü olduğunu ifade eden Adam, "Eğer öğrencinin ödevini `Çocuğum üzülmesin, zorlanmasın` diye veli yaparsa aslında çocuğuna kendi eliyle kötülük etmiş olur." dedi.

Çocuğun ödevine hiç karışmamak, hiç ilgilenmemek ne kadar yanlışsa ödevi velinin yapmasının bir o kadar yanlış olduğunu kaydeden Adam, şu tavsiyelerde bulundu: "Bırakın ödevini çocuğunuz kendisi yapmaya çalışsın. Müdahale etmeyin. Ödevini bitirdikten sonra kontrol edin. Yanlış yaptığı soruları yeniden gözden geçirmesini isteyin. Yine yanlış yapmışsa onun anlayacağı bir dilden örnekler vererek sorusuna doğru cevabı bulmasını sağlayın. Ama hiçbir zaman kağıdı kalemi alıp ödevi kendiniz yapmayın. Eğer sıkça böyle yaparsanız çocuğunuzu ödev yapmaktan da soğutmuş olursunuz."

Çocuğun başarılı olmasında güçlü bir etkeninde ona sevgi ve şefkatle yaklaşılması olduğunun altını çizen Adam, ancak bunda aşırıya kaçılmamasını önerdi. Adam, "Çocuğuna karışı sevgi ve ilginizi dengeli bir şekilde ortaya koyun. Baskıcı, azarlayıcı bir tutum takınmayın. Bir rehber gibi davranın. Sadece denetleyen değil, destekleyen bir anne baba olun" dedi.




Rehberlik ve Araştırma Merkezi Müdüründen uyarı 

"Televizyon dizileriMersin’in Tarsus ilçesi Rehberlik Araştırma Merkezi (RAM) Müdürü Murat Tarsuslu, çok fazla izlendiği belirtilen bir dizinin incelenen 55 bölümünde, 411 cinayet, 152 yaralama, 137 saldırı, 147 dayak, 155 tokat, 175 kavga, 110 işkence, 3 tecavüz, 191 taciz, 145 silahlı çatışmanın meydana geldiğini bildirdine dikkat".

 Tarsuslu, yazılı açıklamasında, ailenin, cinsellik, neslin devamı, toplum huzuru gibi çok sayıda görevi yerine getirmenin yanında, bireyin yaşamında çok önemli yer tutan sevgi ihtiyacı, psikolojik gelişim, eğitim, kültürel değerleri kazanma gibi temel ihtiyaçlarını karşıladığı en öncelikli kurum olduğunu ifade etti.

 
Evlenmemek, nikahsız aşk birlikteliği yaşamak, kabul edilebilir, sıradan bir yaşam tarzı olarak gösteriliyor. Okul çağındaki genç kızlar için hayatın gerçeklerinden uzaklaşıp tozpembe bir dünyada yaşamasına imkan sağlayan, arkadaşlık ilişkilerinin daha da cinsel boyutlara indirilmesini meşrûlaştıran ve gençleri bu yönde bir hayat tarzını benimsemeye iten diziler var. Ergenlik çağının içerisinde bulunan gençler için şiddetin egemen olduğu, çalışarak hayatı kazanmak yerine kısa yoldan köşeyi dönmenin konu edindiği diziler mevcut.
Ailedeki problemler toplum kaynaklıdır ve bu problemler toplumun bütününü ilgilendiren ve çöküşüne sebep olabilecek hayati meselelerdir. Diziler, ölene kadar sürdürülmesi için söz verilen evliliklerin, ihanetlerle, entrikalarla yıkıldığını gösteren örneklerle dolu. Bireye ve topluma sağladığı önemli yararlarla toplumun ve bireyin vazgeçilmez ögesi olan aile, evlerimizin başköşesine oturan televizyondaki bu yayınlarla özellikle millî ve manevi değerlerden yoksun bazı dizi filmlerle dejenere oluyor.’’
 


Kontrollü harçlık özgüveni arttırır  

                Ondokuz Mayıs Üniversitesi (OMÜ) Eğitim Fakültesi Eğitim Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Müge Yılmaz, "Okul dönemindeki çocuklara kontrollü harçlık vermek öz güveni arttırıyor"dedi.

Yılmaz, AA muhabirine yaptığı açıklamada, çocuğa harçlık verilmesinin çocuğun büyümesine ve özerk olmasına yardımcı olan bir sorumluluk olduğunu söyledi.

Okul dönemindeki çocuğa verilecek harçlığın ailelerin ekonomik durumuna göre verilecek kişisel bir karar olduğunu belirten Yılmaz, şu bilgileri verdi:
"Okul dönemindeki çocuklara kontrollü harçlık vermek çocuğun büyümesine, özerk olmasına yardımcı olan bir sorumluluktur. Özgüveni artırır. Harçlıklar, çocukların tasarruf etmesini ve paranın değerini anlamasına da yardımcı olur.

Ancak aileler verdikleri harçlığın miktarını iyi ayarlamalıdır. Çocuklar ellerindeki paranın ne kadarı ile ne alınabileceğini öğrenirler. Ellerindeki paraları biriktirerek tasarruf yapmayı öğrenirler. Ayrıca, kendilerine olan güven
ve sorumluluk duyguları da gelişir."

Çocuğa kontrolsüz olarak ihtiyacından fazla para verilmemesi gerektiğini de ifade eden Yılmaz, verilen paranın aşırı şekilde denetlenmesinin de yanlış olabileceğini kaydetti.

İlköğretim dönemindeki çocuklara yaşlarına göre harçlık verilmesi gerektiğini belirten Yılmaz, "İlköğretim çağındaki 8,9 ve 10 yaşındaki çocuklara harçlıkları günlük olarak, 11 ve 12 yaşındaki çocuklara ise haftalık olarak
verilmelidir. Haftalık olarak verilen harçlıklarda çocuk çeşitli hesaplamalarla planlar yaparak, kendi parasını yönetmeyi öğrenirken aynı zamanda karar verme gücünü geliştirme imkanı bulur"dedi.


 
  INFOMELDUNG_LOGINBOX  
TEBRİK  
  Muharrem ayınız ve aşure günüz hayırlı olsun.  
Cenâb-ı Hak buyuruyor  
  “Onlar ayakta dururken, otururken, yanları üzerindeyken (dâimâ) Allâh’ı zikrederler. Göklerin ve yerin yaratılışı hakkında derin derin tefekkür ederler (ve şöyle derler): Rabbimiz! Sen bu (âlemi) boşuna yaratmadın, Sen’i tesbîh ederiz, bizi cehennem azâbından koru!” (Âl-i İmrân, 191)
 
Rasûlullah (S.A.V) buyurdular  
  “Tefekkür gibi ibadet yoktur.” (Beyhakî, Şuab, IV, 157)  
Kıssa  
  Lokman (as) yalnız başına tenhâ bir yerde oturup tefekkür etmeyi çok sever ve bunu sık sık tekrarlardı.

Kendisine:

“–Sen umûmiyetle yalnız oturuyorsun. İnsanlarla oturup sohbette bulunsan daha münâsip olmaz mı?” diye sorulduğunda şu cevabı verdi:

“–Uzun müddet yalnız kalmak, tefekküre daha müsaittir. Uzun süre tefekkürde bulunmak da, insanı Cennet’in yoluna sevk eden bir kılavuzdur.”
 
Bu sayfayı 34118 ziyaretçi (77423 klik) ziyaret etti!
Kardeş kardeşi sevmeli, fenalığı için yalnız acır, tahakkümle değil lütufla ıslahına çalışır. Mektubât Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol